"Vekil" sözcüğünün Kur'an'daki anlamına göre "tevekkül"; "kişinin, âcizliğini ortaya koyarak 'Vekil' olan Allah'ı kendisine vekil tutması, yani inanç olarak varlığını ve varlığının devamını rızk, terbiye ve koruma bakımından Allah'a bırakması, her türlü sonucun kendisi için en iyisi olacağını kabullenmesi ve sonuca razı olması" demektir. Diğer bir ifadeyle "tevekkül"; kişinin, azimden (her türlü hazırlığı yapıp kesin karar verdikten) sonra sonucu "Vekil"e (varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızk veren Allah'a) bırakmasıdır.
Yukarıdaki tanımlardan anlaşılacağı gibi, bir iman yansıması olan "tevekkül"ü; "insanın her türlü hazırlığı yaptıktan sonra sonucu Allah'a bırakıp Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi 'Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler!' diyebilmesi" olarak açıklamak da mümkündür. Çünkü üzerine düşeni yaptıktan sonra sonucu Allah'a bırakan kişi bilir ki; gerçek Vekil'e dayanan her işin sonucu kendisi için daha hayırlı olur. Dolayısıyla da, dertlenmeye, bunalıma girmeye, gelecekten endişe duymaya gerek yoktur. İşin sonucu ilk bakışta aleyhte görünse bile o, sonucun kendi lehine olabileceğini düşünür ve sonuçtan olumsuz etkilenmez. Lehine sonuçlanmış gibi görünen bir iş için de, bunun aslında kendisi için kötü olabileceğini düşünür ve şımarmaz.
(Bakara; 216, Nisa; 19)
Nitekim peygamberimiz ve arkadaşları da savaşa giderlerken her türlü hazırlığı yaptıktan sonra sonucu (şehitlik, gazilik, zafer veya yenilgi) gerçek Vekil'e bırakma talimatı almışlardır:
Tövbe; 51:
Yüce Allah, tevekkülün kime, nasıl yapılacağını Kur'an'da çok açık ifadelerle bildirmiştir. Rabbimizin bildirdiğine göre tevekkül önce gerçek Vekil'e yapılmalıdır:
Furkan; 58:
Rabbimiz ayrıca, gerçek Vekil'e yapılacak tevekkülün, azmin arkasından yapılmasını emretmiştir:
Âl-i Imran; 159: Nisa; 81: Ahzab; 45- 48:
Kur'an'daki tevekkül emrini içeren ve tevekkül edilişi konu eden ayetlere bakıldığında görülmektedir ki, önce ne yapılması lâzım geldiği açıklanmış ve sonra da bir bağlaçla "tevekkül emri" verilmiştir.
Konu ile ilgili olarak aşağıdaki ayetlere de bakılmalıdır.
Âl-i Imran; 160: İbrahim; 11, 12: Mücadele; 10: Nahl; 41, 42: Ankebut; 58, 59:
Tövbe; 129, Yunus; 71, Hud; 56, 88, Yusuf; 68, Ra'd; 30, Şura; 10, A'raf; 89, Yunus; 85, Mümtehıne; 4, Mülk; 29, Âl-i Imran; 122, Maide; 11, Enfal; 49, Tövbe; 51, Yusuf; 67, Zümer; 38, Teğabün; 13, Talak; 3, Enfal; 2, Nahl; 99, Şura; 36.
Bu kural geçmiş peygamberler için de geçerli olup, onlar da önce her türlü çabayı göstermişler, sonra tevekkül etmişlerdir. Bu konuda da şu ayetlere bakılabilir: Enfal; 61, Hud; 123, Şuara; 217, Neml; 79, Ahzab; 3.
Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı üzere "tevekkül", mistik kültürdeki gibi hiç bir zaman, çalışmayı ve sebebe sarılmayı terk edip, "Allah'ın dediği olur" diyerek kenara çekilmek değildir. Allah, yeryüzünde dağ-taş dolaşıp rızkı aramayı, tabiri caizse "ekmeği taştan çıkarmayı" emretmiştir:
Mülk; 15:
15Allah, size yeryüzünü boyun eğer yapandır. Haydi onun omuzlarında; tepelerinde/işinize yarar yerlerinde yürüyün ve Allah'ın rızkından yiyin. Ve diriliş, ancak O'nadır.
Düşmanla karşı karşıya olan müminler de, önce düşmana karşı atlarıyla, silâhlarıyla ve diğer savaş araçlarıyla en üst düzeyde hazırlanacaklar, tedbirlerini alacaklar, sonra Allah'a tevekkül edeceklerdir:
Nisa; 71:
71Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkın veya topluca sefere çıkın.
Enfal; 60:
60Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki onlarla, Allah'a düşman olanları, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.
Hem Kur'an'dan hem tarih kitaplarından öğrendiğimize göre Allah'ın bu emirleri doğrultusunda insanların en mütevekkili olan peygamberlerin, özellikle de bizim peygamberimizin ve onun arkadaşlarının hayatları hep mücadele ile geçmiştir. Eğer tevekkül; "işin olmasını -hiç çalışmadan- sadece Allah'tan beklemek" anlamına gelseydi, başta Allah'ın elçileri ve onun yakınları, hayatlarını kazanmak, varlıklarını sürdürmek için ve de İslâm yayılsın diye o kadar uğraşlar vermez, eziyetlere katlanmazlardı.