Câsiye

1) Hâ/8, Mîm/40.[#274]
Bundan evvel inmiş olan Duhan suresi gibi, bu sure de "ح Ha" ve "م Mim" kesik harfleriyle başlamıştır.

Geçmişte "Ha, Mim" kesik harfleri ile ilgili olarak birtakım yakıştırmalar yapıldığını belirtmiştik. Bu nedenle detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
2) Bu Kitab'ın indirilmesi, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'tandır.
Mukatta’ [kesik] harflerle başlayan diğer sureler gibi, bu sure de Kur’an’a dikkat çekerek başlamaktadır. Ayette Kur’an’ın arkasındaki gücün mutlak galip olan, kesinlikle yenilmeyen ve yasalar koyan, her yaptığını sağlam yapan Allah olduğu vurgulanarak Kur’an’ı Peygamber’in uydurmadığı, dolayısıyla Allah’a boyun eğmekten ve O’nun koyduğu ilkelere uymaktan başka bir yol olmadığı mesajı verilmektedir.

* Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcılar gelmişti. Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli birinin yakalayışıyla yakalayıverdik. [Kamer/41,42]
3,4,5) Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde mü'minler için alâmetler/göstergeler vardır. Ve sizin oluşturuluşunuzda ve türetip yaydığı küçük-büyük tüm canlılarda da kesin bilgiyle inanan bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır. Ve gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve Allah'ın gökten bir rızıktan indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği şeyde ve rüzgârları evirip çevirmesinde aklını çalıştıran bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır.
Bu ayet grubunda ise evrendeki ayetlere değinilerek müminler evreni ileri derecede incelemeye ve elde edecekleri bulgular hakkında tefekkür etmeye yönlendirilmektedir. İnsanlar evrendeki bu ayetleri inceleyip iyice tefekkür ettikleri takdirde bunları yapan irade ve gücün Allah olduğunu bulacaklardır.

Rabbimizin evrenin incelenmesine yönelik emirleri birçok ayette yer almıştır:

164Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,

insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,

Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,

yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,

rüzgârları evirip çevirmesinde,

gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. [Bakara/164]

190-194Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: "Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, "Rabbinize inanın!" diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi "iyi adamlar" ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin" diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır. [Al-i Imran/190-194]

10Allah, gökleri dayanak olmadan oluşturmuştur, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de, size sofra hazırlasın diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve oralarda irili-ufaklı her canlıdan türetip yayıverdi. Ve Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her değerli çiftten bitki bitirdik.

11İşte bu, Allah'ın oluşturmasıdır. Haydi, gösterin Bana! O'nun astlarından olan kimseler ne oluşturmuştur? Aslında o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. [Lokman/10- 11]

Ve En’am/1, A’raf/185, Yunus/3- 6.

3. ayetin başında "...
müminler için ayetler vardır" denilirken, sonunda "... aklını kullanan bir kavim [herkes] için ayetler vardır" denilmiştir. Bilindiği gibi, aslında her akıllı insan için ayetler vardır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur:

185Ramazân ayı ki, Kur’ân, insanlara bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık seçik açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. ...... [Bakara/185]

Ayetin başında "... müminler için ayetler vardır" denilmesinin sebebi, ayetlerden kafirlerin değil de müminlerin istifâde etmeleridir.

Bunun bir benzerini Bakara suresinin girişinde görmekteyiz:

1Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.

2-4İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ıssız yerlerde iman eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan], kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden Allah'ın koruması altına girmiş kişiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar– için bir kılavuzdur. [Bakara/2- 4]

Görüldüğü gibi, Kur’an’dan sadece muttakilerin istifade etmeleri nedeniyle Bakara/2- 4’te de "... muttakiler için kılavuzdur" denilmiştir.
6) İşte bunlar, Bizim sana hak ile okumakta olduğumuz Allah'ın âyetleridir. Sana onları hakkıyla okuyoruz. Artık onlar, Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra, hangi söze/hangi olguya inanacaklar?
Bu ayette, 3- 5. ayetlerde vurgusu yapılan ayetlere dikkat çekilerek bunca ayete rağmen bunu inkâr ettiklerine, bunları dikkate almadıklarına göre bu müşrikler "artık hangi söze, hangi olguya inanacaklar?" denilmektedir. Bir bakıma "Kim bu ayetlerden istifade etmezse, artık bundan sonra onun istifade edebileceği hiçbir şey yoktur, bundan sonra onları hiç kimse doğru yola iletemez" mesajı verilmektedir.

Bu ayetin bir benzeri Mürselat suresinin son ayeti idi.

50Artık Kur’ân'dan sonra hangi söze inanacaklar? [Mürselat/50]

Küfürden vazgeçmeleri için birçok kez değişik azaplarla tehdit edilmiş olan kâfirler kanıtlar gösterilerek tefekküre davet edilmiş, hakk dine sımsıkı sarılmaya teşvik edilmiştir. Her iki ayet de, bu kadar tehdide ve teşvike rağmen hâlâ küfürlerini sürdüren kâfirlerin bu hâllerine şaşırılması gerektiğini vurgulayan bir teaccüp [hayret] ifadesi içermektedir: "Artık bundan [Kur’ân'dan] sonra hangi söze inanacaklar?"

21Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah'a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden onu samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz. [Haşr/21]

Yalçın kayaları sarsan, sıra dağları depreme tutulmuş gibi sallayan Kur’ân'a inanmayan kimse artık hiçbir söze inanmaz. İnsana hakk ve bâtıl arasındaki farkı anlatan Kur’ân'ın inmesi gerçekten de en büyük olaydır. Kur’ân'ı tanıdığı hâlde iman etmeyen bir kişiye başka hangi şey doğru yolu gösterebilir?

47Ve işte böylece Biz, sana Kitab'ı indirdik de kendilerine Kitap verdiklerimiz Kur’ân'a inanıyorlar. Ve ehli kitabın dışındakilerden/Araplardan da ona inananlar vardır. Ve Bizim âyetlerimizi ancak, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek örtbas eden kimseler bile bile reddeder.

48Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen Kur’ân'ı kendiliğinden yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı, bâtıla inananlar kesinlikle kuşku duyacaklardı.

49Tam tersi Kur’ân, kendilerine bilgi verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi de ancak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar bile bile reddederler.

50Ve onlar, "Ona Rabbinden alâmetler/göstergeler indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: "Alâmetler/göstergeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım."

51Kendilerine okunan Kitab'ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. [Ankebût/47-51]
7) Çok yalancı, çok zaman kaybına uğrayan/hayırda ağırda alan/zarar veren/kusur oluşturan kişilerin hepsinin vay haline!
8) O, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir, sonra da sanki kibrinden onu hiç işitmemiş gibi yine bildiğini okur. Artık sen ona, can yakıcı bir azabı müjdele!
9,10) Ve o, âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onu alaya alıyor. İşte onlar için horlayıcı bir azap; ötelerinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah'ın astlarından edindikleri koruyucu, yol gösterici yakınlar, kendilerine hiçbir şekilde yararlı olmaz. Ve onlar için büyük bir azap vardır.
Müşriklerin akılsız davranışları; vahye kulak tıkayışları, ayetlerden öğrendikleri ile alay edişleri kınandıktan sonra, bu ayet gurubunda da tehdit içeren bir üslupla körlükleri, duyarsızlıkları dile getirilmiştir: "Artık sen ona, can yakıcı bir azabı müjdele! İşte onlar için horlayıcı bir azap; ötelerinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah'ın astlarından edindikleri veliler, kendilerine hiçbir şeyce faydalı olmaz. Ve onlar için büyük bir azap vardır."
11) Bu uyarılar, bir yol gösterimidir. Rablerinin âyetlerini bilerek reddeden kimseler de, onlar için en pisinden acıklı bir azap vardır.
Bu ayette, akletmeleri için yapılan bütün uyarıların aslında onlar için bir kılavuz olduğu, isterlerse bu uyarıları dikkate alarak doğru yolu bulabilecekleri açıklanmaktadır. Daha sonra da "Rablerinin âyetlerini inkâr edenler de, onlar için en pisinden acıklı bir azap vardır" buyrularak akılsızlık edenlere bir uyarı daha yapılmıştır. "En pisinden acıklı azap"ın ne olduğunu şu ayette görebiliriz.

15-17Elçiler, fetih istediler. Tüm inatçı zorba da kayba, zarara uğrayıp acı çekti. Ardından cehennem vardır. Ve kendisine irinli sudan içirilecektir. İrinli suyu yudum yudum içecek, yutamayacak. Ve her yandan kendisine ölüm gelecek, fakat o hiç ölmeyecek. Arkasından da çok kaba bir azap gelecektir. [İbrahim/15-17]
12,13) Allah, işi olarak içinde gemilerin seyretmesi, sizin de O'nun armağanlarından rızık aramanız ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için denizi emrinize veren/yararlanacağınız yapı ve özelliklerde yaratan Zat'tır. Ve O, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şeyi Kendinden sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için alâmetler/göstergeler vardır.
Bu ayetlerde Rabbimiz gemilerin (ticaret, seyahat, avcılık gibi işler için) denizde yüzmesine, canlı-cansız tüm varlıkların insanın hizmetine verilmesine, varlıklara tasarruf edebilmesi için insanın akıl, idrak gibi yetilerle donatılmasına dikkat çekerek kendi Zat’ını tanıtmakta, bu evrensel ayetleri [yasaları] ancak tefekkür eden toplumların doğru değerlendirebileceği mesajını vermektedir.

İnsanın kerim [saygın] kılınışı hakkında Kur’an’da pek çok ayet vardır:

70Ve andolsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi yaptık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Ve onları oluşturduklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık. [İsra/70]

71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, "Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun" demişti.

73,74Bunun üzerine İblis/düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.

75Allah, "Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi. [Sad/71-75]

20Allah'ın, göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için boyun eğdirdiğini/sizin yararlanacağınız yapı ve sistemde yarattığını görmediniz mi? Ve Allah, içte ve açıkta olmak üzere nimetlerini üzerinize yaymıştır. İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıyor. [Lokman/20]

Yaratılışındaki biçimsel mükemmellik de insanın kerimliğinin bir başka yönüdür:

4-6gerçekten Biz, insanı en güzel biçimde oluşturduk, sonra iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar hariç –çünkü onlar için kesintisiz bir ödül var– onu alçakların en alçağına döndürdük. [Tîn/4-6]

3Allah gökleri ve yeri hak ile oluşturdu ve sizi biçimlendirdi. –Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!– Ve dönüş yalnızca O'nadır. [Teğabün/3]

12-16Ve andolsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan oluşturduk. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon oluşturduk. Sonra o embriyoyu bir et parçası oluşturduk. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak oluşturduk. Sonunda o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka oluşumda yeniden kurduk. İşte, oluşturanların en güzeli Allah ne cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından kesinlikle öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyâmet gününde diriltileceksiniz. [Müminun/14]

Yaratılışı böylesine mükemmel olan ve Allah’ın şan, şeref, değer verdiği insan, İblis’in dürtülerine uyarak kötülükleri sonradan kazanmış ve kendisini "aşağılıkların aşağılığı" veya "aşağıların en aşağısı" durumuna sokmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Tin Suresi’ndeki açıklamamızın tekrar okunmasını öneriyoruz.

14,15) İman etmiş kişilere söyle: "Allah'ın her toplumu, kazandıklarıyla cezalandırması için, Allah'ın ciddi boyutta cezalandıracağı günleri ummayan; âhirete inanmayan kimseleri bağışlasınlar, kendileri cezalandırmaya kalkmasınlar, Allah'a bıraksınlar. Her kim sâlihi işlerse işte kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa işte kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."
Bu ayetler ya Medeni bir pasajın parçasıdır ya da müstakil bir necmdir. Nitekim Mukatil, Begavi, Hazin gibi klasik kaynaklarda da Medeni oldukları nakledilmiştir. Pasajın önceki ayetlerle doğrudan irtibatlı olmaması da onun ayrı bir necm olduğunu düşündürmektedir.

14. ayetten anlaşıldığına göre, müminler "Allah’ın günlerine inanmayanlar"dan zarar görmüş olmalılar ki, Rabbimiz de onlara elçisi aracılığı ile haklarında olumsuz düşünceler besledikleri bu müşriklere karşı nasıl davranmaları gerektiğini bildirmektedir. Rabbimizin uyulmasını buyurduğu bu davranışlar, Allah’ın cezalandırmasını umursamayan inkârcı müşriklere karşı kinlerini tutmaları, düşüncesizliklerinden kaynaklanan eylemlerine müsamaha etmeleri, kendilerine yapılan kaba davranışları görmezlikten gelmeleridir. Özetle, onlara böyle davranılmasının müminler için daha güzel olacağı mesajı verilmektedir.

15. ayetteki "
Her kim salihi işlerse işte kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa işte kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz" ifadesi ile insanın her amelinin iyi ya da kötü olarak değerlendirileceği, böylece tercihinin sonucuna göre ya ödül ya da cezayı hak edeceği vurgulanmaktadır.

46Her kim sâlihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullara hiç mi hiç haksızlık eden biri değildir. [Fussılet/46]

21Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz, onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir. [Tur/21]

Bu ayetlerin inişi ile ilgili bir takım rivayetler mevcuttur. Bunlardan en makulü Kurtubi’deki nakildir:

Vahidî, Kuşeyrî ve diğer bazılarının İbn Abbas'tan rivayet ettiklerine göre, âyet-i kerime, Mustalıkoğulları gazvesi sırasında Ömer ile Abdullah b. Ubeyy'in başından geçen bir olay hakkında inmiştir. Bu kişiler el-Mureysî diye bilinen bir kuyunun başında konakladılar. Abdullah su getirmek üzere kölesini gönderdi. Biraz gecikince ona "Niye geç geldin?" diye sordu. Bu sefer kölesi: "Ömer b. el-Hattab'ın kölesi kuyunun başında oturdu ve Peygamber (sav)'in, Ebu Bekir'in kırbalarını doldurmadıkça kimsenin doldurmasına izin vermedi. Ayrıca efendisinin suyunu da doldurdu" diye cevap verdi.

Bu sefer Abdullah: "Bizim durumumuz ile bunların durumu tıpkı "köpeğini besle de seni yesin" [besle kargayı oysun gözünü] sözündeki örneğe benzer" dedi. Onun bu sözü Ömer'e ulaştı. Öldürmek üzere üzerine yürümek kastı ile kılıcını kuşandı. Yüce Allah da bu ayeti indirdi. Bu da A’tâ’nın İbn Abbas'tan yaptığı rivayettir.

Meymun b. Mihran'ın kendisinden rivayetine göre ise İbn Abbas şöyle demiştir: Yüce Allah'ın "Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kimdir? (Bakara/245)" buyruğu inince, Medine'de Finhas diye bilinen bir Yahudi şöyle dedi: "Muhammed'in Rabbi fakir düştü." Ömer bunu işitince kılıcını kuşanıp o adamı aramaya koyuldu. Cibril (a.s), Peygamber (sav)'e gelerek dedi ki: "Rabbin sana diyor ki: ‘Müminlere de ki, Allah'ın günlerini beklemeyenlere aldırmasınlar." Ayrıca şunu da bil ki, Ömer kılıcını kuşanıp o Yahudi’yi aramaya koyuldu. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) Ömer'i arayıp bulmak üzere birisini gönderdi. Ömer gelince ona: "Ey Ömer! Kılıcını koy" diye buyurdu. "Ey Allah'ın Rasûlü! Doğru söyledin. Şehadet ederim ki, sen hak ile gönderildin." Peygamber (sav) buyurdu ki: "Rabbim buyuruyor ki: ‘Müminlere de ki: Allah'ın günlerini beklemeyenlere aldırmasınlar." Ömer (r.a) dedi ki: Hiç şüphesiz böyle yapacağım. Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, bir daha yüzümde kızgınlık görmeyeceksin. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]

Ayetteki " ايّام اللهAllah’ın günleri" ifadesi, Allah’ın onları cezalandıracağı günler demektir. Araplar, " ايّام العربEyyamü’l-Arab [Arab günleri]" ifadesiyle kendi tarihlerindeki asırlardır hafızalarda kalan önemli hadiseleri ve meşhur savaşları; Arap tarihine ait önemli olayları kastederler.

Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: "Eyyamullah [Allah’ın günleri]" ifadesi "Allah’ın ciddi boyutta cezalandıracağı günler" demektir.
16) Ve andolsun ki Biz, İsrâîloğulları'na kitap, hüküm; yasa ve peygamberlik verdik. Ve onları temiz hoş olanlardan rızıklandırdık. Ve onları âlemler üzerine fazlalıklı kıldık.
17) Ve onlara Allah'ın Kendine özgü işlerine dair apaçık deliller verdik. Sonra onlar, yalnızca, kendilerine bilgi geldikten sonra aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde kıyâmet günü aralarında karar verecektir.
Müşriklerin akılsız tavırları nakledildikten sonra, bu ayette de İsrailoğullarına bir gönderme yapılmış ve o çağda kimseye verilmeyen nimetlerin onlara verilişine, onların ise bu nimetlerin kadrini bilmeyip nankörlük edişlerine değinilmiştir. Bu değiniyle müminlerin İsrailoğulları’ndan ibret almaları istenmiştir. İsrailoğulları, haktan saptıkları için kendilerine verilen fazlalıkları, nimetleri kaybetmişlerdir.

* İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. [Bakara/213]

* Şüphesiz dinlerini parça parça edip grup grup olan şu kimseler; sen hiçbir şekil ve davranışça onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra Allah, onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir. [En’am/159]

* Hâlbuki ortak koşanlar, işlerini aralarında paramparça ettiler. Hepsi yalnızca Bize dönücülerdir. [Enbiya/93]

* Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir. [Mü’minun/53]
18) Sonra da seni Allah'ın Kendine özgü işlerinden apaçık bir yol haritası/toplu yaşam ilkeleri sahibi yaptık. Artık sen, ona uy, bilmeyen kimselerin boş-iğreti arzularına uyma.
19) Şüphesiz onlar, Allah karşısında sana hiçbir şekilde yarar sağlayamazlar. Ve şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların bazısı bazısının yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlarıdırlar, Allah ise Kendisinin koruması altına girmiş kişilerin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır.
20) Kur'ân, insanlar için kalbî idrakler, kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir.
Bu ayetlerde Resulullah’a da bir yol haritası verildiği; artık sadece ona uyması, bilgisizlere uymaması gerektiği bildirilerek eğer müşriklerin aklına uyarak sapar, onların hatırı için Allah'ın dininde bir değişiklik yapmaya yeltenirse, müşriklerin kendisini kurtaramayacakları, onların yalnızca birbirlerinin velileri oldukları, Allah’ın ise muttakilerin velisi olduğu bildirilmiştir. Daha sonra da Kur’an’a işaret edilerek onun insanlar için mutluluk kaynağı, rahmet ve kılavuz olduğu vurgulanmıştır.

Tek doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur. Başka yollar ise insanı uçuruma götüren yollardır:

* Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir. [Hud/96,97]

* Sonra sana: "Küfürden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten, ortak koşmakdan dönmüş bir kişi olan ve ortak koşanlardan olmayan İbrâhîm'in dinine/yaşam tarzına tâbi ol" diye vahyettik. [Nahl/123]

20. ayette "Bu [Kur'an], insanları için basiretler [kalbî idrakler], kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir" buyrulmuştur. Kur’an, hak ve batıl arasındaki farkı bildirmektedir. Fakat onun aydınlığından, kılavuz ve rahmet oluşundan ancak kesin inanan toplumlar istifade ederler.

* Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. [Yunus/57]

* Ve Biz Kur’ân'dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve bu, sadece şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yıkımını artırıyor. [İsra/82]
21) Yoksa kötülükleri işleyen o kimseler, kendilerini, hayatlarında ve ölümlerinde, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler gibi yapacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!
Rabbimiz inatçı müşriklere yukarıdaki soruyu yönelterek onlara "Eğer böyle düşünüyorlarsa yanlış düşünüyorlar. İnanmayan ve kötü işler yapanlar hesapsız, sorgusuz ve cezasız kalmayacaklardır" mesajını vermektedir.

28Yoksa, iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, yeryüzündeki o bozguncular gibi mi yaparız? Yoksa Allah'ın koruması altına girmiş o kimseleri din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar gibi mi yaparız? [Sad/28]

28Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, kendilerine haksızlık etmiş kimseler olarak, meleklerin, geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları kimselerdir. Artık teslimiyeti koyarlar: "Biz, hiçbir kötülükten yapmıyorduk." Tam tersi, şüphesiz Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir.

"
29O hâlde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!" denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!

30-32Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince onlar: "Hayır" derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar, oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah'ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. "Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!" derler. [Nahl/28- 32]

38,39Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl; gülen, müjdeleyen.

40,41Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak; tozu-toprağı da bir is bürümüştür. 42İşte bunlar, evet bunlardır küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler, din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar. [Abese/38- 42]

Ve Kıyamet/22- 24, Kalem/35, Haşr/20.

Bu konu, hatırlanacağı üzere, Fussılet suresinde de yer almıştı.

50Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak, hiç kuşkusuz "Bu benim hakkımdır. Ve kıyâmetin kopuş anının geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O'nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır" der. Bu nedenle kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere, yaptıklarını kesin bildireceğiz ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattıracağız. [Fussılet/50]

35,36Ve bu adam, kendine haksızlık ederek bağına girdi: "Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum.Ben Saat'in kopacağını da zannetmiyorum. Var sayalım ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum" dedi. [Kehf/36]

18Peki, inanmış kimse, yoldan çıkan kimse gibi midir? Bunlar, aynı olmazlar.

19İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince; artık yaptıklarına karşılık, bir ağırlanma olarak, barınak bahçeleri yalnızca onlar içindir.

20,21Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, "Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın" denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız. [Secde/18- 21]

Ve Mü’min/51, 52, Kalem/35, 36.

Bu ayetin inişi ile ilgili olarak Esbab-ı Nüzul nakillerinde şu olay anlatılır:

"Bu ayet Ali, Hamza ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ile müşriklerden Utbe, Şeybe ve Velîd b. Utbe gibi üç kişi hakkında nazil olmuştur. Zira bu üç müşrik, adı geçen müminlere "Vallahi, siz hiçbir hak ve hakikat üzere değilsiniz. Sizin söylediğiniz hak olsa bile, dünyada bizim durumumuz nasıl sizden üstün ve ileri ise, ahirette de ileri olacaktır" dediler." [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

22) Ve Allah, gökleri ve yeryüzünü gerçek ile ve de her kişiyi yaptığı ile karşılıklandırmak için oluşturdu. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
Bu ayette Rabbimiz gökleri ve yeryüzünü niçin yarattığına bir daha dikkat çekmiştir. Allah bu dünyayı bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. Aksine evrenin yaratılışının büyük bir amacı vardır. Bu amaçla insanlar için belli imkânlar sağlanmış ve tasarrufları altına verilmiştir. Bunun sonucu olarak iyilik yapanlar amellerinin karşılığını alacaklar, zalimler de zulümlerinin cezasını çekeceklerdir. Herkes ne yapmışsa yaptığının karşılığını eksiksiz olarak görecektir. Kimse kesinlikle haksızlığa uğramayacaktır.

5O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar. [Yunus/5]

190-194Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: "Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, "Rabbinize inanın!" diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi "iyi adamlar" ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin" diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır. [Al-i Imran/190- 194]
23) Peki sen, kendi boş-iğreti arzusunu ilâh edinen ve Allah'ın bir bilgi üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü/hiç düşündün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim doğru yol kılavuzluğu yapacaktır? Yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?
Bu ayette Rabbimiz, başta Resulullah olmak üzere tüm insanlara seslenerek çevrelerindeki kendi kuruntularına tapan, aymaz, kalbi mühürlü insan örneklerine bakmalarını istemekte, dolayısıyla artık Allah’ın hidayet etmeyeceği bu kimselerden olmadıkları için de hallerine şükretmeleri gerektiği mesajını vermektedir.

Ayette "
kendi hevasını ilah edinen" ifadesiyle "Bir kimsenin nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı, helal mi olduğunu dikkate almadan davranması" kast olunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. Bu, hevaya kayıtsız şartsız teslimiyettir. Bir başka kişiye, kuruma, ideolojiye kayıtsız şartsız teslim olmak nasıl onları ilah edinmek ise, nefse de kayıtsız şatsız itaat onu ilah edinmektir, apaçık şirktir.

Hevaya, tutkulara uymak, Kur’an’da sürekli yerilmiş bir davranıştır:

176Ve eğer Biz, dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, ama o alçaklığa saplandı kaldı ve tutkusuna uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. O nedenle sen iyice düşünsünler diye bu kıssayı iyice anlat. [A’raf/176]

28Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini ilgisiz/duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma. [Kehf/28]

Ve Rum/29, Kasas/50, Sad/26.

Ayrıca Necm suresinde Resulullah’ın hevasından konuşmadığı, yani Kur’an’ın kendi çıkarları doğrultusunda onun tarafından uydurulmadığı bildirilmiştir.

1Gurup gurup inmiş âyetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki 2arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. 3O, boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. 4Onun size söyledikleri; inen o ayet gurupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. 5Arkadaşınıza o konuştuklarını müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi, egemenlik kurmuş olan öğretti. [Necm/1-5]

Kur’an’da "hevasına uyanlar" şiddetle kınandığı gibi, hevasından uzak olanlar da övülmüştür:

40,41Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir. [Naziat/40, 41]
24) Yine onlar, "Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak geçen uzun zaman değişime/yıkıma uğratır" dediler. Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar.
Ahiretle tehdit edildiklerinde kasıtlı olarak Peygamber’e "ölmüş babalarımızı geri getir, eğer söylediklerinde ve korkuttuklarında doğru isen" diyen muannit inkârcılar, ahiret yaşamının gerçekliğine inanmamalarını kendilerince şöyle temellendiriyorlardı: "Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helak eder." Yani "Yaşamak ve ölmek tabiatın gereğidir, zamana bağlı olarak gerçekleşen bir durumdur. Bizim yaşamamız veya ölmemiz de zaman ve kâinatın karakteri ile ilgilidir. Bizi helak eden faktör, gece ve gündüzlerin gelip gitmesinden başka bir şey değildir, burada herhangi bir gücün ve iradesinin rolü yoktur" demekteydiler. Böyle demelerindeki maksat, hem Allah’ı, hem de öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti inkâr etmektir.

Bunlara Rabbimiz tarafından "Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar" denilerek cevap verilmiştir. Yani, bu hayatın sonunda başkaca bir hayatın olmadığına dair, onların elinde hiçbir ilmi dayanakları yoktur:

* O âhirete inanmayanlar, melekleri kesinlikle dişilerin isimlendirilmesiyle isimlendiriyorlar. 28Oysaki onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Onlar yalnızca zanna uyuyorlar. Zan ise "Hak"tan hiçbir şey kazandırmaz. [Necm/28]

* Allah'a ortak koşan kimseler diyecekler ki: "Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: "Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz." [En’am/148]

* Gözünüzü açın! Göklerde olan kimseler ve yeryüzünde olan kimseler kesinlikle Allah'ındır. Ve Allah'ın astlarından istekte bulunan kimseler, eş tuttuklarına tâbi olmuyorlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar. [Yunus/66]

* Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zan, "hak"tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilir. [Yunus/36]

Ve Bakara/28, Rum/27, Teğabün/9, Mürselat/12,13, Hud/104, Meâric/6,7.
25) Kendilerine âyetlerimiz apaçık okunduğu zaman da, "Eğer doğru kimseler iseniz atalarımızı getirin" demekten başka delilleri yoktu.
Bu ayette inatçı, inkârcı müşriklerin mantığına, bilgisizliklerine, bilgice sığlıklarına dikkat çekilip ne kadar akılsız oldukları ve mesnetsiz inançlara sahip oldukları açıklanmaktadır.

Bu ayetin benzeri bundan evvelki Duhan suresinde de geçmişti:

* Şüphesiz Mekkeli ortak koşanlar diyorlar ki: "Bizim sadece ilk ölümümüz var. Biz, tekrar diriltilecek değiliz. Eğer siz doğru kimselerseniz, sözünüzün eri iseniz haydi atalarımızı bize getirin." [Duhan/34-36]
26,27) De ki: "Allah, sizi diriltir. Sonra sizi O öldürür, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Göklerin ve yeryüzünün mülkü de sadece Allah'ındır. Kıyâmet anının geleceği gün; işte o gün, bâtıla sapanlar zarara uğrayacaklardır."
Bu ayette peygamberimize bu akılsız, bilgisiz, inkârcı müşriklere nasıl cevap verileceği öğretilmektedir. Söylenmesi istenen bu cevapla aynı zamanda müşriklere yeni bir uyarı daha yapılmış olmaktadır.

Ayetteki "
Fakat insanların çoğu bilmiyorlar" cümlesinin tümleci, yani "neyi bilmedikleri konusu" mahzuftur, açıkça söylenmemiştir. Cümlenin tümleci şöyle takdir edilebilir: "Fakat insanların çoğu, ilk yaratmaya kadir olan gücün ikinci kez yaratmaya da kadir olması gerektiğini bilmiyorlar."

Bu iki ayetle hem "
Eğer doğru kimseler iseniz atalarımızı getirin" diyenlere, hem de "Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helak eder" diyenlere cevap verilmiş olmaktadır. Yani onlara bu işin ayrı ayrı olmayacağı, bir gün tüm insanların toplu olarak diriltileceği ve bunun için de bir vaktin tayin edildiği bildirilmiştir.
28,29) Ve her önderli toplumu, diz çökmüş görürsün. Her önderli toplum, kendi kitabına çağrılır: "Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk/birebir kopyalatıyorduk."
İnatçı müşriklere gereken cevap verildikten sonra hemen çok dehşetli bir mahşer sahnesi ortaya konmaktadır. Bu sahnede, o azgın, şımarık, kibirli yalanlayıcılar çaresiz, perişan, diz çökmüş bir haldedirler. Kendilerine "Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk/birebir kopyalatıyorduk" denilmektedir.

65Bugün Biz, onların ağızlarının üzerine mühür vururuz; Bize elleri konuşur, ayakları da kazandıkları şeylere şâhitlik eder. (Ya Sin/65)

24O gün onların dilleri, elleri ve ayakları, yapmış oldukları işlere kendi aleyhlerinde şâhitlik edecektir. [Nur/24]

6Ve O'nun astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinen kimseler; Allah onların üzerinde yaptıklarını kayda almaktadır. Ve sen onların üzerinde canlı-cansız tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri değilsin. [şura/6]

62Ve Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız. Nezdimizde de hakkı konuşan bir kitap vardır ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar. [Muminun/62]

49Ve Kitap/amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve "Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış" derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez. [Kehf/49]

69Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlara haksızlık edilmez. [Zümer/69]

Ve Kıyamet/13- 19, Ra'd/11, Kaf/18, İnfitar/9- 12.
30) İman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler de, artık Rableri onları rahmeti içine koyacaktır. İşte bu, apaçık kurtuluşun ta kendisidir.
31,32) Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimselere gelince de, "Peki size âyetlerim okunmadı mı da siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir toplum oldunuz?" Ve 'Allah'ın sözü kesinlikle gerçektir; ve kıyâmet anına gelince, onda kuşku yoktur' denildiğinde, 'Kıyâmet anının ne olduğunu bilmiyoruz, yalnızca biz, sadece zannediyoruz, kesin bir bilgi edinmiş değiliz' dediniz.
33) Ve işledikleri şeylerin kötülükleri kendilerine belli oldu ve onları, kendisiyle alaya aldıkları şeyler kuşatıverdi.
34,35) Ve denilmiştir ki: "Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/terk ederiz/cezalandırırız. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah'ın âyetlerini alaya almanız ve basit dünya yaşamının sizi aldatması sebebiyledir." Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/Allah'ı hoşnut etmeleri de istenmez.
Mahşere ait temsili anlatımın devam ettiği bu ayet grubunda müminlerin ve müşriklerin final sahnesi yer almıştır. Müminler ile ilgili sahne çok kısa ve özdür: "İman eden ve salihatı işleyen kimseleri artık Rableri rahmeti içine koyacaktır. İşte bu, apaçık kurtuluşun ta kendisidir." Muttaki kulların akıbetiyle ilgili olarak Kur’an’da daha pek çok ayet bulunmaktadır.

Pasajın diğer sahnesinde ise müşrikler ile yüzleşilmektedir. Onlara dünyadaki durumları hatırlatılmakta, "Peki, size ayetlerim okunmadı mı da siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir kavim oldunuz?" denilerek akıbetlerinin neden kötü olduğu açıklanmaktadır. "Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/terk ederiz [cezalandırırız]. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve basit yaşamın sizi aldatması sebebiyledir."

* Kim Benim anılmamdan/Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: "Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?" Allah der ki: "Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun." [Ta Ha/124-126]

* Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için Rableri yanında nimetleri bol cennetler vardır. Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız? [Kalem/34,35]

* Ve her ümmetten bir şâhit getireceğimiz gün, artık kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere izin verilmez. Onlardan özür dilemeleri de istenmez. [Nahl/84]


Ve Rum/57, Fussilet/24, Secde/20, 21, Fatır/37.
36) Artık, tüm övgüler, göklerin Rabbi, yeryüzünün Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur; başkası övülemez.
37) Göklerde ve yeryüzünde de büyüklük ve hâkimiyet yalnızca O'nundur. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Sure, Rabbimizin Kendini tanıttığı bu ayet grubuyla sona ermektedir. Bu son iki ayette, kâfirlere, ortaya konan onca kanıttan sonra dolaylı olarak şu mesaj verilmektedir:

"Unutmayınız! Allah, tüm övgüler kendine özgü olandır. O, göklerin, yeryüzünün ve âlemlerin Rabbidir. Göklerde ve yeryüzünde hakimiyet yalnızca O’nundur. O, kesinlikle yenilmezdir ve yasalar koyandır."