Leyl

1,2,3,4) Kara cahilliği, vahyin aydınlığını; bilgiyi ve genetik özellikleri kanıt gösteriyorum ki sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça parçadır.[#37]
Âyetteki sözcüklerin "hakikat" manası, "bürüyüp örttüğü zaman geceye, parıldadığı zaman gündüze ve erkeği, dişiyi oluşturan şeye andolsun ki, sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça parçadır" şeklinde olup biz ise mecâz anlamlarını verdik.

Yüce Rabbimiz sureye yemin ile başlamaktadır. Bir sonraki sure olan Fecr suresinin 5. ayetinde Rabbimizin yeminlerinin biz insanlarınkinden farklı olduğu görülecektir. Biz insanlar muhatabımızı sözlerimize inandırmak için yemin ederiz Rabbimiz ise akıl sahiplerinin dikkatini çekmek, onları araştırmaya sevk etmek ve kanıt göstermek için yemin eder [kanıt gösterir, referans verir]. Kasem cümlesiyle ilgili detay Kalem suresinin girişinde verilmiştir.

Rabbimizin yemin etmek suretiyle dikkatimizi çektiği, üzerinde düşünmemizi istediği öğeler gece ve gündüzdür. Ancak; gece ve gündüzün günün sadece birer bölümü olduğunun dışında başka özellikleri üzerinde de düşünmemiz isteniyor olsa gerektir. Çünkü ayetlerde "bürüyüp örttüğü zaman geceye" ve "parıldadığı zaman gündüze" denilerek gecenin bürüyüp örttüğü, gündüzün de parıldadığı belirtilerek dikkatimiz çekilmektedir.

1,2Bürüyüp örttüğü zaman geceye, parıldadığı zaman gündüze

Gece, edebî metinlerin hemen hepsinde bilinmeyenin, görünmeyenin, matemin ve hüznün simgesi olarak kullanılmıştır. "Bürüyüp örten gece" deyimi ise karanlığı, karanlık ise güvensizlik ve korkuyu çağrıştırmaktadır. Çünkü karanlık, insanın çevresinden en fazla veri topladığı duyu organının, gözlerinin işlevini engellemektedir. Gözleri ile çevresinden yeterli bilgi alamayan insan ne ile karşılaşacağını bilmediği için korkmakta, hareketlerini kısıtlamakta, hatta hatalı davranışlarda bulunabilmektedir.

Gündüz ise aydınlığı ve parlaklığı sayesinde her şeyin tüm açıklığıyla görünmesini sağladığı için insanlar tarafından geceye üstün tutulmuştur. "Gündüzün şerri gecenin hayrından iyidir" özlü sözü bu yargıyı ifade etmektedir.

Karanlık ile bilgisizlik arasındaki bağıntı aslında tek yönlü değildir. Yani, "Karanlık insanların bilgilenmesini engeller" saptaması nasıl doğru ise, "bilgisizlik insanları karanlık içinde bırakır" saptaması da o derece doğrudur. Bu noktadan bakıldığında, ayetlerde geçen "gece" sözcüğünün cehaleti ve toplumsal karanlığı, "gündüz" sözcüğünün ise vahyin aydınlığını ve sağladığı iç huzurunu, mutluluğu, güveni, kısaca Rabbin rızasını işaret eden birer kinaye olduğu söylenebilir. Bu durumda ayetlerin meali şöyle yorumlanabilir:

"Cehaletin her şeyi bürüyüp örttüğünü bir düşün, insanlık nice olur? İşte bu cehaletin korkunçluğundandır ki, ..."

"Vahyin aydınlığının her tarafı sarıp sarmaladığını; ilmin, irfanın her yerde parıl parıl parladığını bir düşün, insanlık nice olur? İşte vahyin ışığının güzelliğindendir ki, ..."

3ve erkeği, dişiyi oluşturan şeye

Ayetin orijinalindeki "haleka (oluşturdu ifadesi ile ilgili Alak suresinde bilgi verilmiştir.)

Suredeki üçüncü yemin, erkeği ve dişiyi oluşturan "ما şey"e yapılmıştır. Bu durum bizi iyice düşünmeye zorlamaktadır. Maalesef ayetteki bu incelik ihmal edilerek tefsir ve meal hazırlanmıştır. Ayetin gerçek anlamına kafa yorulmamış, mevcut incelik yuvarlak bir ifade ile geçiştirilmiştir. Şimdi ayetin orijinalini Lâtin harfleriyle de inceleyelim, vurgu yapılan sözcüğe dikkat edelim ve işin gerçeğini anlamak için zihnimizi yoralım:

"وما خلق الذكر والانثى Ve mâ haleqa’z-zekera ve’l-ünsâ"

Ayette altı çizili "mâ" ifadesine Arapçada "İsm-i Mevsul" denir.

ما ma ve من men: edatlarının kullanımı.

Arapça dilbilgisi kurallarına göre, ismi mevsul ve soru edatı olarak, cansız varlıklar ve akılsız hayvanlar ve akıllı varlıkların sıfatları için "şey" anlamında ما - mâ sözcüğü kullanılır; Allah, ve akıllı varlık olan insan için de "kişi" anlamında من - men sözcüğü kullanılır.

Rabbimiz burada "ما ma" edatı getirerek, burada Kendi zatını değil, sıfatlarına dikkat çekmiştir. Kısacası burada "ما ma" ile kastedilen Allah’ın zatı değil, Rabbliğinin tecellisi; koyduğu kurallar ve sistemler ve sistemleri oluşturan etmenlerdir.

"Ma" ile Allah'ın kastedilmesi durumunda Rabbimiz sıfatlarınaa dikkat çekmiş olmakta, erkek ve dişi oluşturmanın kendi tekelinde olduğunu bildirmektedir. Aynı mesele Şems suresinde de görülecektir.

Ayetteki "ma" ile akılsız varlıkların kastedilmesi durumunda ise erkek ve dişinin "şey" olarak tanımlanan, akıl sahibi olmayan bir madde tarafından oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Tüm evren içindekilerle beraber Rabbimiz tarafından yaratıldığı için doğal olarak o "şey" de Rabbimizin yarattıklarındandır. Ancak gerçek hayatta görmekteyiz ki, Rabbimiz bazı "şey"lerin yaratılmasında, yine kendisinin yarattığı başka "şey"leri vesile kılmaktadır. Meselâ basit bir "ot"un bitmesi su olmadan mümkün değildir. Nasıl ki Rabbimiz önce "su"yu yaratmış ve "su"ya "ot"u yaratma görevi vermiş ise, burada da erkeği ve dişiyi yaratma görevini yine kendi yarattığı bir başka "şey"e vermiştir. Buna göre ayetin hakikat manası aynen "Ve erkeği, dişiyi yaratan şeye yemin olsun ki..." şeklindedir.

Fakat Kur’an üzerine çalışan pek çok meal ve tefsir sahibi, bu "ما mâ" edatının özelliğini ihmal ederek ayeti muğlâk olarak "erkeği ve dişiyi oluşturana..." diye çevirmiş, okuyanlar da bu çevirilere uygun olarak ayetteki yaratanın Allah olduğunu zannetmişlerdir.

Birçok kaynakta bu ayetle ilgili olarak, "ما mâ"ya anlam kazandırabilmeye yönelik ilginç hususlar ileri sürülmüştür. Genelde mâ-i mevsul'e mâ-i masdariyye manası verilmek suretiyle yapılan bu izahların altında, aslında ayeti sağlıklı anlama gayretleri yatmaktadır.

Örnek olarak: Sahih-i Buharî, Tefsir Kitabı, 342 ve 343. baplarda yer alan 466 ve 467 numaralı rivayetlerde bu ayetin "Vezzekeri ve’l-ünsa [erkeğe ve kadına and olsun ki]" şeklinde olduğu iddia edilmiştir.

İkinci örnek: İbni Mes'ûd kıraati, "Vellezî haleqa’z-zekere ve’l-ünsa [erkek ve dişiyi yaratan kişiye andolsun ki]" şeklindedir.

Üçüncü örnek: Kissâî kıraati, "Ve ma haleqahü’z-zekere ve’l-ünsa [onu erkek ve dişi olarak yaratan şeye]" şeklindedir.

Bunlardan başka farklı kıraat ve görüşler de vardır.

Erkeği Dişiyi Oluşturan Şey

İnsanın genetik şifresi, her hücrede bulunan 46 tane kromozomdadır. Bu kromozomlardan iki tanesi cinsiyet kromozomudur. Erkekteki kromozomlar XY olarak, kadınlardaki kromozomlar XX olarak tanımlanmaktadır. Kadınlarda yumurtlama anında ikiye ayrılan kromozomların her biri X kromozomu taşır. Erkekte ise spermlerin kimisi X, kimisi Y kromozomlarını içerir. Erkekteki X kromozomu kadınların yumurtalarındaki X kromozomuyla birleşirse çocuk kız, erkeklerdeki Y kromozomu kadınların yumurtalarındaki X kromozomuyla birleşirse çocuk erkek olur. Böylelikle çocuğun erkek veya kız olması tamamen spermden gelen X veya Y kromozomuna bağlıdır.

Bu yüzden, Kuran'ın insanların cinsiyetlerini sadece erkekten gelen meninin bir spermiyle ilişkilendiren bu ayetlerinin işareti mucizevî niteliktedir. Çünkü Kuran'ın asırlar önce işaret ettiği bu bilgi çok yakın bir döneme kadar bilinmemekteydi.

4sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça parçadır.

Bundan önceki ayetlerde Rabbimiz yemin ederek üç konuya dikkatimizi çekmişti. Bunlar "ليل gece/cehalet", "رنها gündüz/vahiy ışığı" ve "erkek ile dişiyi oluşturan şey/genetik" idi.

Kasemlerin cevabı olan bu ayet, insanın farklı emek ve gayretlerinin, bir başka ifadeyle, sosyal ve biyolojik faktörlerin ortaya çıkardığı insan davranışlarının dikkat çekilen bu üç şeyden [cehalet, iman, genetik] kaynaklandığını anlatmaktadır.
5,6,7) Bu nedenle kim malını/kazancını verir, Allah'ın koruması altına girer ve en güzeli doğrularsa, Biz ona, "o en kolay olan" için kolaylık sağlayacağız.
Yani; "Gündüzden/vahyin ışığından yararlanarak kim kazancından verir, kötülüklerden sakınır, en güzeli doğrularsa, Biz ona kolay olanı, yani mutluluğu kolaylaştıracağız."

Bu durum ancak gündüzün parıldadığı, vahyin ışığının her tarafı sardığı, yani vahye uyulup iman edildiği zaman gerçekleşebilir.

Ayette dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir husus da "kazancından verir" ifadesiyle gelir paylaşımı konusunun gündeme getirilmiş olmasıdır. Çağdaş sosyal devlet anlayışının en önemli ilkelerinden birisi de gelir dağılımında adaletin sağlanması konusudur. Ayette geçen "kazancından verir" ifadesi, gelir dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesi çalışmalarında önerilen çarelerin en kestirme ve en gerçekçi yolunu göstermektedir. Rabbimizin müminlere yüklediği bu ekonomik ve ahlakî sorumluluk, bugünkü ekonomi terminolojisinde "yeniden gelir dağılımı" demektir.

Bu konu, daha önce gördüğümüz Müddessir suresinin 43. ve A'lâ suresinin 15. ayetlerinde "salla [sosyal destek sağlama]" sözcüğü ile ima edilmişti. Bu ayette "kazançtan vermek" ifadesi ile sosyal destek sağlama konusuna bir açıklama ve detay getirilmektedir. Fecr suresinde ise konunun daha fazla detaylandırıldığı ve önemsendiği görülecektir.

Ayetteki "اليسرى el yüsra/o en kolay olan şey" ile ilgili açıklama A’lâ suresinin 8. ayetinin tahlilinde yapılmıştı.
8,9,10,11) Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve en güzeli yalanlarsa, Biz ona "o en zor olan" için kolaylık vereceğiz. Aşağı yuvarlanıp değişime, yıkıma uğradığında/öldüğünde malı onu kurtaramayacaktır.
Gecenin karanlığından [cehaletleri nedeniyle] zarar görerek vahye kulağını kapatıp iman etmeyenler ise cimrilik ederler, kendilerini tüm ihtiyaçların üstünde tutarlar ve kimseye bir şey vermezler. Aksine sürekli mal ve zenginlik isterler, biriktirdikçe biriktirirler. Böyleleri sonuçta hem kendilerinin hem de toplumlarının felâketini hazırlamış olurlar.

Ayetteki "العسرى el-usra [o en zor olan şey]" ifadesi ile ilgili olarak "şer, mutsuzluk, sıkıntı" olduğu şeklinde yorumlar yapılmıştır. "Yüsrâ [o en kolay olan şey]" gibi, bu sözcük de yapısı itibariyle "ondan daha zoru bulunmayan, en zor şey" anlamına gelmektedir. "Zor" sıfatının "en" anlamıyla şiddetlendirilmesi, bu büyük zorluğun ancak cehennem olabileceğini düşündürmektedir. Buna göre ayetin anlamı "Biz ona cehennem için her kolaylığı vereceğiz" demektir.

Cehennem için "kolaylık verilmesi" ifadesi, ahireti tekzip edenlerle alay içindir. Bu üslupla edebî bir sanat yapılmaktadır. Aynı sanat Âl-i Imran suresinin 21, Nisa suresinin 138, Tevbe suresinin 3 ve 34, Lokman suresinin 7 Casiye suresinin 8 ve İnşikak suresinin 24. ayetlerinde de mevcuttur.

On birinci ayette "yuvarlanıp helâk olmak" anlamıyla çevirdiğimiz "تردّى tereddâ" sözcüğünün üç harfli kök mastarı "ردى redy" sözcüğüdür. Sözcüğün temel anlamı "helâk olmak"tır. Tefe'ul babına sokulduktan sonra "dağdan aşağıya düşerek helâk olmak, kuyuya, çukura düşerek helâk olmak" gibi anlamlar kazanmaktadır. [Lisan ül Arab; cilt 4; s. 124] Ayetten o kişinin "ölmesi, mezar çukuruna yuvarlanması" anlaşılabileceği gibi, "cehenneme yuvarlanıp toptan helâk olması" da anlaşılabilir.
12,13) Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir. Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir.
Ayette "sonrası" ile kast edilen şey ahiret, "öncesi" ile kast edilen şey de dünyadır. Bununla mülkün ve her türlü tasarrufun sadece Allah’a ait olduğu, O’nun kimseye hesap vermeyecek olmasına rağmen insana hidayet etmeyi, onu iyiye, doğruya ve güzele yöneltmeyi, kısaca cennete yol göstermeyi kendi üzerine aldığı kast edilmektedir."Hidayet"in iyiye ve güzele önderlik etmek, doğru ve yanlışı ayırmaya yarayan bilgi ve belgeler vermek, peygamber yollamak, kitap indirmek gibi eylemleri kapsadığını, kötü yolu göstermenin hidayet olmadığını daha önce Fatiha suresinde görmüştük. Yine görmüştük ki, peygamberler de dâhil olmak üzere Allah'tan başka hiç kimsenin hidayet yetkisi ve gücü yoktur.
14,15,16) İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan kişiden başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım.
17,18,19,20,21) Kimseden karşılık beklemeden, sadece Yüce Rabbinin rızasını umarak, arınmak için malını veren çokça Allah'ın koruması altına girmiş kişi ondan uzak tutulacaktır. Ve yakında o kişi, kesinlikle hoşnut olacaktır.
Kur'an'ı Kur'an'la anlama ilkesine uygun olarak, bu ayetlerin en uygun açılımının İbrahim suresinin 47-52. ayetlerinde yapıldığı kanaatindeyiz:

* O hâlde sakın Allah'ın, elçilerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir. O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. [Ibrahim 47-51]

Yukarıda yer alan "Allah güçlüdür, intikam sahibidir" buyurulmuştur.

İntikam sözcüğü dilimize "kinden kaynaklanan öç" şeklinde yanlış bir anlamla geçmiştir. "انتقام İntikam", suçluyu cezalandırmak suretiyle beraberliği ve aynı zamanda adaleti sağlamak, altta kalmamak" [Lisanü’l Arab, "ngm" mad.] demektir. Toplum hayatında intikam sahipliği "yargı gücü" olarak tanımlanmıştır ve bu gücü temsil eden mahkemeler tarafından uygulanmaktadır. İlâhî düzende intikam sahibi olan sadece Allah'tır. Rabbimiz, dilediğini affederek, dilediğini de işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırarak ilâhî adaleti uygulamaktadır. Bütün bilgilere sahip, bütün noksanlıklardan arınmış, hem bu dünyanın hem de ahiret hayatının tek hâkimi olduğu için gerçek adaleti sağlamaya gücü yetebilen sadece O'dur. Yani Allah, intikam sahiplerinin [cezalandırmak suretiyle adalet sağlayıcıların] en güçlüsüdür.

"Ve yakında o kişi, kesinlikle hoşnut olacaktır"

Allah'ın kendisine ikram ettiği nimetleri karşılık beklemeden, sadece Allah'ın rızasını kazanmak için ihtiyaç sahipleriyle paylaşanlar amaçlarına ulaşacaklar ve böyle güzel bir davranışı yapabilme imkânı verdiği için Allah'tan razı olacaklardır. Bu konuya Fecr suresinin 27-30. ayetlerinde daha detaylı olarak değinilecektir.