Mutaffifin

1,2,3) Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen hilebazlara!
4,5,6) Onlar, büyük bir gün için; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
Bu ayet grubunda, ahirete inanmamanın yol açtığı ahlakî bozukluktan dolayı ölçü ve tartıda hile yapanlar; bir şeyi satın alırken tam ve noksansız ölçüp tartan, başkasına bir şeyi satarken ise eksik ölçüp tartan, dolayısıyla başkalarını zarara uğratmak suretiyle kâr elde etmeyi amaçlayan kimseler sergilenip tehdit edilmektedirler.

Ayetlerdeki "
Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?" ifadesinden de anlaşılacağı üzere, birçok insanın pervasızca günah işlemekten kaçınmaması, din gününe inanmamaktan yani ahirette hesaba çekileceğini hesaba katmamaktan ileri gelmektedir. Nitekim bu husus Maun suresinde şöyle yer almıştı:

1Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/Allah'ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/hiç düşündün mü? 2,3İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. [Maun/1- 3]

Ve Adiyat suresi de okunmalıdır.

İslam dini ölçü ve tartıda dürüst davranmayarak ticarette yolsuzluk yapmayı kesinlikle yasaklamıştır.

152Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.-

ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.-

söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı

ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-" [En’am/152]

35Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır ve sonuç/uygulama olarak daha güzeldir. [İsra/35]

7-9Ve semayı da oluşturdu, onu yükseltti ve terazide/ölçüde/dengede taşkınlık etmeyesiniz diye teraziyi/ölçüyü/dengeyi koydu. Ölçüyü hakkaniyetle dikin/ayakta tutun, teraziye/ölçüye/dengeye zarar vermeyin. [Rahman/7- 9]

Küçücük bir menfaat elde edebilme uğruna eksik tartanlara böylesine bir tehdit yöneltildiğine göre, ölçüp-tartmadan pek çok şeyi gasp edenlere, yağmalayanlara, hortumlayanlara uygun olacak cezayı düşünmek gerekir.

Şuayb peygamber de ölçü ve tartıyı eksik yapan bir topluma peygamber olarak gönderilmiş ve onları bu konuda ısrarla uyarmıştır:

84-86Medyen'e de kardeşleri Şu‘ayb'ı elçi gönderdik. Şu‘ayb: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi hayır ile görüyorum. Ve ben kuşatacak bir günün azabından sizin için korkuyorum. Ve ey toplumum! Ölçerken ve tartarken adaleti yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde kargaşacılar olarak fenalık etmeyin. Eğer mü’min iseniz, Allah'ın bıraktığı/helâlinden size ihsan ettiği kâr, sizin için daha hayırlıdır. Ve ben sizin üzerinize bir koruyucu değilim" dedi.

87Onlar dediler ki: "Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı içeren dinin mi] emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın."

88-90Şu‘ayb: "Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü? Şâyet ben, Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şâyet O, bana Kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse!? Ve Ben, size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben, sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Başarıya ulaşabilmem de ancak Allah iledir. Ben, yalnızca O'na işin sonucunu havale ettim ve ancak O'na yönelirim. Ve ey toplumum! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nûh toplumunun veya Hûd toplumunun veya Sâlih toplumunun başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lût toplumu sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir" dedi.

91Şu‘ayb'ın toplumu dediler ki: "Ey Şu‘ayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu iyice anlamıyoruz. Seni içimizde çok zayıf olarak görüyoruz. Eğer senin akrabaların/taraftarların olmasaydı kesinlikle seni taşa tutar öldürürdük. Ve senin bize karşı hiçbir üstün gücün/galip gelecek durumun yoktur."

92,93Şu‘ayb: "Ey toplumum! Benim akrabalarım/taraftarlarım size karşı Allah'tan daha mı güçlü/değerli? Ve Allah'ı arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey toplumum! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapanım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim" dedi.

94Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu‘ayb'ı ve o'nunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar. 95Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semûd toplumu nasıl uzaklaştı ise Medyen'e de öyle kahrolmak/tarihten silinmek vardır. [Hud/86-95]

Konuyla ilgili detaylı açıklamamız Hud suresinin tahlilinde verilmiştir.

7,8,9,10,11,12,13) Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, "din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar"ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. -Ve "Siccin"in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, "Eskilerin masalları" demiş olan tüm sınırları aşan zaman kaybına uğrayan/hayırda ağırda alan/zarar veren/kusur oluşturan kimselerden başkası yalanlamaz.-
Bu ayet grubu "الردع er-red’ (Engelleme)" edatı olan "كلاّ kella" ile başlayarak inkârcıların inanışları; tutum ve kanaatleri reddedilmiştir. Yapılan açıklamada, inançsızlıkları nedeniyle ortaya koydukları kötü ameller yüzünden inkârcıların kayıtlarının Siccin’de olacağı; Siccin’in havsalaların alamadığı kadar dehşetli olduğu bildirilmiş ve yalanlayanlar tehdit edilmiştir.

الفجّار FÜCCAR

Bu sözcükle ilgili olarak daha evvel detaylı bir açıklamamız olmuş ve "fücur" sözcüğünün gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından "Şakku setri’d-diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]" olarak açıklandığı ifade edilmişti. Özetle söylemek gerekirse; din-iman örtüsünü yırtıp atanlara bu yaptıklarından dolayı "facir" denir. Sözcüğün çoğulu "فجّار füccar" veya "فجرة fecere" şeklinde ifade edilir.

SİCCİN

Bu sözcük "hapishane" anlamındaki "sicn" isminden türetilmiştir. "En iyi, en sağlam, en iyi korunan zindan" anlamındadır. Anlaşılan o ki, kötülerin işlemiş oldukları amel defterleri [davranış tutanakları] burada olacaktır; yani burada korunacak, kaybolmayacak, çalınmayacak, silinmeyecektir. Adeta mermere işlenmişçesine sağlam kaydedilmiştir; silinmesi, yok olması kesinlikle söz konusu olmayacaktır. "Siccin"in ne olduğunu sana kim bildirdi?" ifadesi ise bu kaydın korunağının ve boyutlarını kimsenin bilmediği anlamındadır. Yani Siccin, bilinen, duyulan en çetin zindanların da ötesinde bir zindandır. Bilindiği gibi Rabbimiz "... sana kim bildirdi?" şeklindeki soru-cevaplı anlatımı birçok önemli konuda [Karia/2,10, Hakka/1-3, Müddessir/27, Mürseat/14, İnfitar/17, 18, Tarık/2, Beled/12, Kadir/2, Hümeze/5] uygulamıştır.

YALANLAYANLARIN NİTELİKLERİ

Pasajda sözü edilen "yalanlayıcı" kimselerin birinci planda o günün tağutlarından Velid b. el-Muğire, Ebucehil, Nadr b. El-Haris ve benzerleri olduğu söylenebilir. Zira daha evvel bu tipler ile ilgili şu ayetler inmişti:

* Onlar arzu ettiler ki, sen onlara yağ çekesin, onlar da hemen sana yağ çeksinler. Çok yemin eden, aşağılık, alaycı, gammaz; arkadan çekiştiren, arabozucu, kovuculuk için gezip duran, mal ve oğulları var diye hayrı engelleyen, saldırgan, günaha batmış, kaba/obur, sonra da kötülükle damgalı şu asalakların hiçbirine itaat etme. Âhireti yalanlayan o kişi, âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman: "Daha öncekilerin masalları" dedi. Yakında Biz onun burnunu sürteceğiz. [Kalem/9-16]

İkinci planda ise bu mel’unların karakterini taşıyan tüm zamanların yalanlayıcıları da aynı kapsamda anlaşılmalıdır.
14) Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
Bu ayette yine müşriklerin ahireti yalanlama kapsamındaki inançlarından, Kur’an için "Daha öncekilerin masalları" deyişleri reddedilerek gerçek ortaya konmaktadır. İşin aslı, söz konusu inkârcıların kalplerinin pas tutmuş olmasıdır. İşledikleri amellerin kötülüğü kalplerini kirletmiş, bu kir ise kalplerini işe yaramaz bir hale getirmiştir.

Bilindiği gibi, iyi ya da kötü bir şeyin sürekli yapılması insanda bir alışkanlık, tutku haline dönüşür. Kişi sürekli o işi yapmak ister. Hatta elinde olmadan sürekli yapar durur. İnsan sürekli kötülük yaparsa bu durum onda alışkanlık haline gelir. Kişi giderek bu alışkanlığının tutsağı olur. Hayatını bu tutsaklıkla devam ettirir gider. Ayette konu edilen kâfirler de kötülük ede ede kötülüğü alışkanlık haline getirip gönülleri paslanmış, başka bir şey yapamaz olmuşlardır.

Kalplerin pas tutması ile ilgili olarak Tin suresinin tahlilinde "Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi" başlığı altında detaylı bir açıklamamız bulunduğundan, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz.
15) Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
16) Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler.
17) Sonra da: "İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilir.
Bu ayetlerde, gönülleri pas tutmuş olan kâfirlerin beklentileri reddedilmektedir. Onlar Rablerinin affına, mağfiretine mazhar olamayacaklardır. Varıp gidecekleri yer kesinlikle cehennem olacaktır. Onlara "İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilerek utandırılacaklar ve pişmanlıkları artırılacaktır.

Daha evvel birçok ayetten (Meryem/77- 80, Fussilet/50, Nisa/56, İsra/97, Al-i Imran/77) inkârcıların ahirette de dünyadaki gibi saltanat süreceklerine inandıklarını öğrenmiştik.
18,19,20,21) Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! "Ebrar"ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. -Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!-
22,23,24,25,26,27,28) Şüphesiz ki "Ebrar/iyi adamlar", elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. -Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.-
Surenin önceki ayetlerinde Füccar’ın durumundan bahsedilmiş ve bu inançsız günahkârların düşünceleri reddedilmişti. Bu ayetlerde ise Füccar’ın karşıtları olan Ebrar’dan bahsedilmekte ve onların iyi durumları ortaya konmaktadır. Ebrar’dan olan bu iyi insanların kayıtları Illiyyin’dedir. Illıyyin, kimsenin aklının eremeyeceği derecede yüksek, yüce bir konumdur. Ona ancak "yaklaştırılmış" kimseler tanık olabilir. Ebrar, nimet cennetlerinde, kendileri için hazırlanmış tahtlara kurulmuş, Rabblerinin nimetlerini beklemektedirler. Mutlulukları yüzlerinden okunmaktadır. Onlara mühürlü; daha evvel hiç açılmamış, tadılmamış bir meşrubat sunulmaktadır. Mührü misk olan bu içecek çok özel bir karışımdır.

الابرارEBRAR

Bu sözcük ile ilgili olarak daha evvelki surelerin tahlilinde detaylı açıklama yapmıştık. Özetlemek gerekirse:

"Takva" sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan "birr" sözcüğü, "her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik" demektir. Sözcük, bu geniş anlamıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır. "Ebrar" da kişilikleri bu iyiliklerle özdeşleşmiş kimselerdir.

"Birr", Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır:

177Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz "iyi adamlık" değildir. Ama "iyi adamlar", Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah'a/mala/vermeye sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin ta kendileridir. [Bakara/177]

" el-Berr" sıfatı hem Allah için hem de itaatkâr kullar için kullanılır. Allah için kullanıldığında anlamı "Kullarına karşı şefkati, ihsanı geniş ve yaygın olan" demektir. Kullar için kullanıldığında ise; "itaati yaygın, çok itaatkâr, sadık [sözünde duran]" anlamına gelir. Sözcük bu anlamıyla Kur'an'da İsa ve Yahya peygamberler için kullanılmıştır.

Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan "birr", takva sahibi müminlerin olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat "takva" denmese de, "takvalı olma hâli" denebilir.

Takva ile ilgili açıklamalarımız A’râf suresinin tahlilinde verildiğinden, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

ILLİYYİN

Bu sözcük, "uluvv [yükseklik, yücelik]" sözcüğünün mübalağa kalıbından olup "en yüksek nokta, en şerefli yer" anlamındadır.

Surede "füccar"ın kaydı ile "ebrar"ın kaydı mukayese edilmektedir. Füccarın kaydı "en aşağı karanlık, çok muhkem bir zindan"da iken, "ebrar"ın kaydı "en yüksek mevki"de bulundurulmaktadır.

Burada konu edilen kayıtlar, normal amel defteri kayıtları değildir. Burada ahıretteki statü farkı açıklanmaktadır. Dünyadan örneklersek, Ebrar’ın kaydı yedi yıldızlı bir otelin misafir listesinde; Füccar’ın kaydı da en kötü bir cezaevinin mahkumlar listesinde bulunacaktır.

المقرّبونMUKARREBUN [YAKLAŞTIRILMIŞLAR]

"Yaklaştırılmışlar"ın kimler olduğu vakıa suresinde açıklanmıştı:

10Öne geçenler de, öne geçenlerdir.

11İşte öne geçenler, yaklaştırılanlardır.

12İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.

13,14Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26Sadece söz olarak: "Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!" [Vakıa/10- 26]

Konumuz olan ayetlerde geçen "
Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar" ifadesiyle akıllı adamların yapması gereken hareket gösterilmiş ve dünyada hiçbir şeyin "yaklaştırılmış"lar için hazırlananların yerini tutamayacağı, dünya malı için yarışanların bunun için yarışmaları gerektiği vurgulanmıştır. Buna benzer mesajlar daha evvel (Saffat/38 61, Secde/15 17, İnsan/5-22, Kıyamet/22-23, Abese/38,39, Saffat/41- 49, Muhammed/15) de geçmişti.

Ayetteki "...
mührü/neticesi misktir" ifadesi, "meşrubatın bulunduğu şişenin başı misk ile mühürlenmiştir, kimse açmamıştır. Bunu tadan, o nimete mazhar olan ilk kişi olacaktır" veya "o içkinin neticesinin misk olması" şeklinde anlaşılabilir. Yani, bu kimse, meşrubatını bitirince, tadının hoşluğunun yanı sıra, onun lezzetini ve en güzel kokusunu da alacaktır" anlamı çıkarılabilir. Kazançlı, hayırlı sonuçlar için "misk gibi!" deyimi buradan gelse gerektir.

TESNİM

Ayette geçen "Karışımı Tesnim'dendir" ifadesindeki "tensim" sözcüğü, " س ن م snm" kökündendir. "Senem", her şeyin en üst, şerefli yeri demektir. [Lisanü’l Arab, c.4, s. 711, "snm" mad]

Klasik yorumcular Tesnîm’in cennette bir çeşmenin özel ismi olduğunu; suyunun cennetteki köşklerin yukarısından akarak kaplara döküldüğünü söylemişlerdir.

Sözcüğün "nekre [belgisiz hal]" olduğu dikkate alındığında, ifadeden cennet içeceklerinin insan aklının ötesinde, en değerli, en üstün, en şerefli, en çok zevk veren maddeler ile karıştırılmış bir kokteyl şeklinde ikram edileceği anlaşılmaktadır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

17İşte, kişi, kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! [Secde/17]

71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz." [Zuhruf/71-73]

29,30,31,32) Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/elçilere gülüyorlardı. Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı. Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı. Ve mü'minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman; "Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır" diyorlardı.
33) Hâlbuki mü'minlerin bir kısmı/elçiler, bu suç işleyenlerin üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi/elçi yapılmamışlardı.[#327]
Bundan evvelki ayetlerde kötülerin kötülüklerinin sonucu açıklanmıştı. Bu ayetlerde de onların dünyadaki kötülükleri nakledilmektedir. Bunlar inananların bir kısmını alaya alıp gülüyorlardı. Sonra da arkadaşlarının yanında onlarla nasıl eğlendiklerini ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.

Kılasik kaynaklarda bu kişilerin Kureyş'in elebaşılarından Velid b. el-Muğîre, Ukbe b. Ebi Muayt, As b. Vail, Esved b. Abdi Yağus, As b. Hişam, Ebu Cehil ve Nadr b. el-Haris' olduğu nakledilir. Çünkü bunlar ilk Müslümanların garibanları olan Ammar, Habbab, Suheyb ve Bilal ile alay eder gülerlerdi.

Müfessirler bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şu iki şeyi zikretmişlerdir:

1- Ayetteki "mücrimler" ile Ebû Cehil, Velid b. Muğlre, As b. Vâil es-Sehmî gibi kodaman müşrikler kastedilmiş olup bunlar Ammar, Suheyb, Bilal (r.a) gibi fakir müslümanlara gülüyor ve onlarla alay ediyorlardı.

2- Hz. Ali (r.a), bir müslüman cemaat ile geliyordu. Derken münafıklar onlarla alay edip üzerlerine güldüler, birbirlerine kaş-göz işaretlerinde bulundular. Sonra kendi eş ve dostlarının yanlarına döndüklerinde "Biz bugün kelleri gördük" dediler ve buna hep beraber gülüştüler. Bu ayet, Hz. Ali (r.a) daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına varmadan bu olay üzerine indi. [Razi; el Mefatihu’l Gayb]
34,35,36) İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde "Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bu kimseler işleyip durduklarının cezasını buldular mı?" diye bakarak, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere gülecek.
* Allah dedi ki: "Sinin oraya! Bana konuşmayın da. Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup: "Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin" diyorlardı. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık, onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir." [Mü'minûn/108-111]

* Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/kararlaştırılmış buluşma vaktidir. O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının yakına hiçbir şekilde yararı olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. –"Tutun şunu da çılgınca yanan ateşin ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün."– –"Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir."– Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir armağan olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar. Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar, orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. [Duhan/40–57]

Surenin bu son ayetinde, sosyal statüsü düşük, gariban müminleri alaya alan, onlara gülen kişilerin sonunda kendilerinin gülünç duruma düşeceği; müminlerin ise kendileriyle alay edenlerin aksine cennet nimetleri içinde mesut bir hayat yaşayacakları mesajı verilmektedir.