Nuh

1) Şüphesiz Biz, kendilerine çok acıklı bir azap gelmezden önce, toplumunu uyar diye Nûh'u toplumuna elçi gönderdik.
Bu ayette, Nuh peygamberin azap gelmeden önce halkı uyarmak üzere kendi kavmine elçi olarak gönderildiği bildirilmektedir. Surede Nuh kıssasının nakledilmesinin başlıca nedeni, Nuh’un kendi kavmi ile olan mücadelesinin Resulullah’ın Mekkeliler ile olan mücadelesine son derece benzer olmasıdır.

Dolayısıyla bu özlü anlatımın amacı Mekke müşriklerini uyarmak ve onları bu kavmin başına gelenlerden ibret almaya yöneltmektir. Arap müşriklerinin kendi putlarına Nuh kavminin putlarının adlarını vermeleri de onların bu kavim hakkında zaten birçok bilgiye sahip olduklarını göstermektedir.

Surenin bu ilk ayetinde Rabbimizin rahmeti ön plana çıkmaktadır. O, sapık kavme, sapıklıktan vazgeçmeleri için elçi göndermiştir:

15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.

16Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz. [İsra/15, 16]

44,45Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım." derler. –Daha önce siz, sizin için bitişin/tükenişin/yok oluşun olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, şirk koşarak kendilerine haksızlık edenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.– [İbrahim/44]

39Ve sen onları, kendileri bilgisizlik, duyarsızlık içindeyken ve inanmıyorlarken emrin yerine getirileceği o büyük pişmanlık günüyle uyar! [Meryem/39]

18Yaklaşan gün hakkında da onları uyar. O zaman kalpler yutkunarak; dehşetten ürpererek gırtlaklara dayanmıştır. Şirk koşmak suretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimse için ne sıcak bir dost vardır, ne de itaat edilecek bir destekçi, yardımcı, iltimasçı... [Mü’min/18]

70Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş/oyun ve eğlenceyi kendilerine din edinmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak ve Kur’ân ile hatırlat/öğüt ver: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığıyla değişim ve yıkıma düşerse, onun için Allah'ın astlarından bir yardım eden, yol, gösteren koruyan bir yakın kimse ve destekçi, kayırıcı söz konusu olmaz. Suçuna karşı her türlü bedeli ödemeyi istese de ondan alınmaz. İşte bunlar, kazandıkları ile değişime/yıkıma uğrayan kimselerdir. İyilikbilmezlik ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır. [En’am/70]

Allah, seçtiği elçilerini ancak tevhit inancını yerleştirmek, yani Allah’tan başka ilah olmadığını insanlara öğretmeleri için gönderir:

25Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: "Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım. [Enbiya/25]

36Ve andolsun ki Biz her ümmete, "Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının" diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? [Nahl/36]

Allah’ın elçi göndermedeki hükmü için ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Bakara/133, Maide/116, 117, A’raf/59, 73, 85, Mü’minun/32.

Rabbimizin elçi göndererek toplumları uyarması kullarına olan rahmetinden dolayıdır.

117Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere değişime/yıkıma uğratacak değildir. [Hud/117]

Konumuz olan ilk ayette "...
çok acıklı bir azap gelmezden evvel" ifadesiyle konu edilen azap, 25. ayette bildirilen "boğulma" ve "cehenneme atılma" olarak anlaşılmalıdır.

Nuh kıssasının özeti A’raf suresinde de verilmişti:

59Andolsun ki Biz, Nûh'u toplumuna elçi gönderdik de o, "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Cidden ben, zararınıza olan üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum" dedi.

60Toplumunun ileri gelenleri, "Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz" dediler.

61-63Nûh dedi ki: "Ey toplumum! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Allah'ın koruması altına girmeniz ve rahmete ulaşabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir öğüt/kitap gelmesine şaştınız mı?"

64Bunun üzerine o'nu yalanladılar, Biz de Nûh'u ve o'nunla beraber gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Gerçekten onlar, kör bir topluluk idiler. [A’raf/59- 64]

Nuh’un (as) kimliği; soyu sopu ile ilgili Kur’an’da bilgi verilmemiştir. Kitab-ı Mukaddes’te [Tekvin; 5-10. Bölümler] Nuh’tan genişçe bahsedilir. Bunların birçoğunu daha evvelki surelerin tahlilinde nakletmiştik.

2,3,4) Nûh, dedi ki: "Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'nun koruması altına girin ve bana itaat edin ki, günahlarınızdan sizi yarlıgasın ve sizi adı konmuş bir sürenin sonuna kadar ertelesin. Şüphesiz Allah'ın ayarladığı/belirlediği sürenin sonu, gelince ertelenmez. Eğer bilseydiniz."
Bu ayetlerden, Nuh’un (as) ilk önce kendisini kavmine net olarak tanıttığı anlaşılmaktadır. Kendisini apaçık bir uyarıcı olarak ortaya koyan Nuh peygamber, bu ilahî görevinin gereği olarak kavminden de Allah’a kulluk etmelerini, takvalı davranmalarını ve kendisine itaat etmelerini istemiştir. Böyle yaptıkları takdirde Allah’ın kendilerini bağışlayacağını, O’nun kahrına uğramadan, rezil rüsva olmadan kendilerine takdir edilen ömürlerini yaşayabileceklerini, bu fırsatı kaçırmamalarını, çünkü verilen süre dolduğunda onda hiçbir değişiklik yapılamayacağını bildirmiştir.

Nuh’un (as) ayette üç madde halinde özetlenen istekleri dinin ana ilkeleridir.

Dikkat edilirse, Nuh peygamber bu öğütlerini "... eğer bilseydiniz" diye bitirmektedir. Onun bu ifadesi, kavminin bilinçsiz davrandığına, bilinçsizlikleri yüzünden inkâra gittiklerine işaret etmektedir. Çünkü gerçekten de kavmi az bir dünya çıkarı için ebedi hayatı gözden çıkarmaktaydı.
5,6,7,8,9,10,11,12,13) Nûh dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben, toplumumu gece-gündüz/sürekli olarak davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de söyledim. Sonra dedim ki: Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın. Size ne oluyor ki, Allah için 'ağır davranış'ı ummuyorsunuz?"
14,15,16,17,18,19,20) Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama oluşturmuştur. Allah'ın yedi göğü tabakalar hâlinde/uyumlu bir şekilde nasıl oluşturduğunu ve ay'ı onların içinde bir ışık yaptığını, güneşi de bir lamba yaptığını görmediniz mi? Ve Allah, sizi yeryüzünden bir bitki olarak bitirdi. Sonra sizi oraya geri çevirecek ve sizi bir çıkışla çıkaracaktır. Ve Allah sizin için yeryüzünü, yeryüzünden geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır.
Bu ayetlerde, Nuh peygamberin Allah’a yakarırken kavmine yaptığı öğütleri ve onların kendisine karşı takındıkları tavrı dile getirip halini uzun uzun Rabbine arz edişi nakledilmektedir. Onun "Rabbim! Şüphesiz ben, kavmimi gece gündüz [sürekli] davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler" şeklindeki şikâyeti, Nuh (as) ile kavmi arasındaki mücadelenin niteliği hakkında bilgi verdiği gibi, müminler ile inkârcılar arasındaki mücadele süreçlerinde karşılaşılabilecek psikolojik riskler hakkında da ipuçları vermektedir.

Ayetteki "onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler" ifadesi, Nuh’un (as) inkârcılardan kendi sesini duymamak için kulaklarını tıkadıkları, yüzünü görmemek için de elbiselerini başlarına geçirdikleri yönündeki şikâyetini ifade etmektedir.

Nuh kavminin "kibirlenme, büyüklenme" tavrı şu ayetlerde de konu edilmiştir:

27Buna karşılık, toplumunun kâfirlerinin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlarının ileri gelenleri: "Biz seni sadece bizim gibi sıradan bir insan olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan/ayak takımımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Tam tersine biz, sizi yalancılar sanıyoruz" dediler. [Hud/27]

105Nûh toplumu gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.

106-110Bir zamanlar kardeşleri Nûh onlara demişti ki: "Siz Allah'ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık, Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Artık, Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin!"

111Onlar: "Sana çok düşük kimseler uyarken, biz sana inanır mıyız?" dediler.

112-115Nûh dedi ki: "Onların yaptıklarına dair bir bilgim yoktur. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Eğer düşünürseniz! Ve ben iman edenleri kovucu değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."

116Onlar dediler ki: "Ey Nûh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, kesinlikle sen taşlanarak öldürülenlerden olacaksın!"

117,118Nûh: "Rabbim! Toplumum beni yalanladı. Artık benim aramla onların arasında sen hükmet. Ve beni ve mü’minlerden benimle beraber olan kimseleri kurtar!" dedi.

119,120Bunun üzerine Biz de o'nu ve beraberindekileri, o dolu geminin içinde kurtardık. Sonra da arkalarından arta kalanları suda boğduk.

121Şüphesiz ki bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi. 122Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. [Şuara/105- 122]

Nuh’un (as) kavmine yapmış olduğu tebliğin "gece-gündüz", "yüksek sesle" ve "gizli gizli" olduğu, Allah’a yakarırken kullandığı ifade ve deyimlerden anlaşılmaktadır. "Gece-gündüz" deyimi "devamlı" anlamındadır. "Yüksek sesle" ifadesi, tebliğin "açık açık meydanlarda", "gizli gizli" ifadesi de "gizlice, tenhalarda ve evlerine, ayaklarına giderek" demektir. Nuh peygamber, yakarışındaki bu deyimlerle elçilik görevini yerine getirme konusunda harcamadığı bir gayretinin kalmadığını, elinden gelen her şeyi yaptığını, her yöntemi denediğini dile getirmektedir.

Nuh peygamberin, kavmine nasihat ederken "Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın" dediği dikkat çekmektedir. Bu sözleri kavmini tövbe etmeye davet ve teşvik etmek isteyişini gösterdiği gibi, Allah’tan mağfiret dilemenin bolluğa sebep olacağı mesajını da içermektedir. Mağfiret dilemenin bolluğa vesile olacağı şu ayetlerden de anlaşılmaktadır:

50-52Âd'a da kardeşleri Hûd'u elçi gönderdik. O, dedi ki: "Ey toplumum! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yok. Siz uydurmacılardan başka bir şey değilsiniz. Ey toplumum! Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yoktan yaratan üzerinedir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey toplumum! Rabbinizden bağışlanma isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol göndersin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Ve günahkârlar olarak sırt çevirmeyin." [Hud/50- 52]

Buna karşılık, nankörlük edenler, şirk koşanlar da sadece ahirette değil, bu dünyada da sıkıntı içinde olacaklardır:

124-126Kim Benim anılmamdan/Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: "Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?" Allah der ki: "Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun." [Ta Ha/124- 126]

66Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine Rablerinden indirilen Kur’ân'ı ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] besleneceklerdi. Onlardan bir kısmı orta yol tutan; bazısına inanıp bazısına inanmayan, inanmadığı hâlde inanmış gözüken önderli bir toplumdur. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! [Maide/66]

1-4Elif/1, Lâm/30, Râ/200. Bu Kur’ân, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; sadece Allah'a kulluk edin diye, âyetleri,

şirk koşarak yapılan yanlışı; kendi zararlarına işi ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler içertilmiş/bozulması engellenmiş,

bir de en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan, her şeyin iç yüzünü/gizli taraflarını da iyi bilen tarafından ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır: "
Şüphesiz ben sizin için O'nun tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Ve Rabbinizden bağışlanma isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, sizi adı konmuş bir süre sonuna kadar güzelce yararlandırsın. Ve her fazilet sahibine armağanlarını versin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin aleyhinize olan büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. Ve O her şeye gücü yetendir." [Hud/1-4]

الوقرVAKAR

"وV قg رr" kökünden türeyen Sözcüğün " وِقْرvigr" kalıbı yük; ağırlık demektir. (Tüm Arapça lügatlar) Zariyat/2’de görülebilir.

Sözcüğün "وَقْرvegr" kalıbı ise "kulaktaki ağırlık" demektir. (Tüm Arapça lügatlar)

Fussılet/5, 44, Enam/25, İsra/46, Kehf/57 ve Lokman/7’de görülebilir.

Nuh/13’teki Allah için kullanılan " وقاراًvegar" sözcüğü, isim/sıfat olarak "ağırdan alma; görmezden gelme, duymazdan gelme, dikkate almama, ağırbaşlı hareket etme" anlamındadır.

Ki bununla Allah’ın, "suçluları hemen cezalandırmaması, onlara mühlet vermesi ve suçluların tevbelerini kabul ederek onlara büyük bir iyilikte bulunması" kastedilmiştir.

Bu sözcüğün ‘ وقرvakar’ kalıbı "ağırbaşlılık" ‘ وَقورvakûr" kalıbı da "-ağır başlı; seviyeli, olgun, ölçülü ve soğuk kanlı hareket eden" anlamıyla Türkçemize girmiştir.

13. ayetten 24. ayete kadar olan paragrafta nakledildiğine göre, Nuh peygamber, kavmine "Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır/aşama aşama yaratmıştır. Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını, güneşi de bir lamba kıldığını görmediniz mi/düşünmediniz mi? Ve Allah, sizi yeryüzünden bir bitki olarak bitirdi. Sonra sizi oraya geri çevirecek ve sizi bir çıkışla çıkaracaktır. Ve Allah sizin için yeryüzünü, kendisinden [yeryüzünden] geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır" diye öğütte bulunmuştur. Bu öğüdüyle kavmine gerçek ilahın, gerçek rabbin kim olduğunu anlatmak istemiştir. Dikkatlerin Rabbimizin varlık ve kudretine çekildiği bu ifadeler ayetlerde kimi zaman Rabbimizin doğrudan kullarına hitabı olarak, kimi zaman da insanlara elçilerin ağzıyla yöneltilen sözler olarak Kur’an’da birçok kez yer almıştır.

Bunlar Nuh’un vahy olarak alıp da bildirdikleridir. Yoksa o günün insanlarının Astronomideki seviyelerini ve teknik imkanlarını göstermez. Bizim Kur’an’ımızda evrene ve evrenin özelliklerini içeren (Furkan/61, Yunus 5, Mülk 3, 4 vd) tefekküre yönelmek için gelmiş yüzlerce ayet vardır. Demek ki aynı tarz vahyler Nuh’ta da varmış.

Pasajda insanın "aşama aşama" yaratılması, bir bitki olarak bitirilmesi, göklerin, gökteki sistemlerin ve yeryüzünün yaratılması, yeryüzünün insanlara elverişli hale getirilmesi gibi konular üzerinde durulmaktadır.

İnsanın yaratılış süreciyle ilgili özet olarak şu bilgileri hatırlatmakta yarar görüyoruz:

Dişinin yumurtası erkek sperması tarafından döllendikten sonra rahmin çeperine yapışır. Bu döllenmiş yumurtacık son derece oburdur. Çevresindeki çeperi aşındırarak orada emmesine ve gelişmesine elverişli bir kan gölü oluşturur. Cenini annesine bağlayan ve doğuma kadar beslenme kanalı görevi yapan göbek bağının boyu, gerçekleştirdiği amacın gereklerine uygun miktarda yaratılmıştır. Yani, bu bağ, taşıdığı besinin ne yolda ekşimesine yol açacak kadar uzundur, ne de bu besinin hızla akarak cenini rahatsız etmesine sebep olabilecek kadar kısadır.

Gebeliğin sonunda ve doğumun başlangıç aşamasında ana memesi sarıya çalan beyazlıkta bir sıvı salgılar. Yüce Allah'ın şaşırtıcı sanatının bir eseri olarak bu sıvı yeni doğan yavruyu hastalıklara karşı koruyan erimiş kimyasal maddelerden oluşmuştur. Doğumun ikinci gününde memede süt oluşmaya başlar. Yine yüce Allah'ın eşsiz plânı uyarınca ana memesinden akan sütün miktarı günden güne çoğalarak bir yılın sonunda iki buçuk litreye ulaşır. Oysa doğumun ilk günlerinde bu sütün miktarı birkaç yüz gramı geçmez. Ana sütündeki mucize sadece süt miktarının çocuğun büyümesine paralel biçimde artması ile sınırlı kalmaz. Ayrıca sütün bileşimine giren maddelerin cinsi ve oranı da zamanla değişir. Ana sütü, doğumu izleyen ilk günlerde çok az oranda nişasta ve şeker içeren su ağırlıklı bir sıvı iken zamanla koyulaşır; içindeki nişasta, şeker ve yağ oranı artar. Bu gelişme çocuğun dokularının ve sistemlerinin sürekli gelişimine ayak uyduracak tempoda günden güne gerçekleşir.

Eğer insan organizmasını oluşturan çeşitli sistemleri, bu sistemlerin görevlerini, çalışma tarzlarını, organizmanın yaşamasına ve sağlıklı olmasına ilişkin fonksiyonlarını incelersek, nasıl dikkatle plânlandıklarını ve ne kadar ölçülü bir tasarlamaya dayandıklarını hayretle görür, Yüce Allah'ın her canlı organizmayı, her organı, hatta her hücreyi yönettiğini, gözetimi ve denetimi altında bulundurduğunu açıkça tasdik ederiz.

15 ve 16. ayetlerde ise Nuh’un (as) kavmine tebliğde bulunurken Allah’ın çevredeki ayetlerine dikkat çektiği nakledilmektedir. Nuh’un bu ifadelerinde Ay’ın "ışık", Güneş’in "lamba" olarak tanımlandığı görülmektedir. Bu husus başka ayetlerde de yer almıştır:

5O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar. [Yunus/5]

Güneş ve ayın farkı, güneşin hizmetleri, güneşteki oluşumlar ile ilgili bilim ve teknik kitaplarında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.
21,22,23,24) Nûh: "Rabbim! Şüphesiz toplumum bana isyan etti. Malı ve evladı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ, Yagûs, Yeûk ve Nesr'i[#297] bırakmayın' dediler. Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara sadece sapıklığı arttır" dedi.
Bu ayetlerde, Nuh peygamberin Allah’a yakarışları nakledilmektedir. Kendisine gösterilen katı tutum sonucunda Nuh peygamber, "Rabbim! Şüphesiz onlar [kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler" diyerek kavmini Allah’a şikâyet etmiş, duasını "Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır" sözleriyle devam ettirmiştir.

Nuh’un (as) yakarışındaki "Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular" ifadesinde kimden söz edildiğine dair başkaca bilgi verilmemiştir. Ancak ayetin ifadesinden, bu kişinin Ebulehep gibi malı ve çevresiyle dine karşı tavır almış bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.

Nuh kavminin ileri gelenlerinin topluca ve her türlü hileye başvurarak diğerlerine "Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın!" demeleri ve halkı şirklerinde kalmaya teşvik etmeleri, inkârcıların genel karakterini göstermesi bakımından fevkalade dikkat çekicidir.

Sa’d suresindeki şu pasajda da benzer bir tavırdan söz edilmektedir:

4,5Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, "Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı yapmış? Bu gerçekten çok şaşılacak bir şey!" dediler.

6-8Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler: "İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden, kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/Kitap aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?" –Aksine onlar Benim öğüdümden/Kur’ân'dan yetersiz bilgi içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.–

9-11Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların mıdır? Öyleyse, burada, çeşitli gruplardan oluşmuş, bozguna uğramış bir ordu olan onlar, her yolu deneyerek yükselsinler, ellerinden gelen her şeyi denesinler!

12,13Onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, kazıklar sahibi; muhteşem orduları olan/görülmemiş işkenceler edenFiravun, Semûd, Lût'un toplumu ve Eyke ashâbı da yalanladılar. İşte onlar, ayrı ayrı baş çeken gruplardır.

14Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hak oldu. 15Ve bunlar, göz açıp kapayacak kadar bile gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar.

16Ve dediler ki: "Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!" [Sad/4- 16]

Demek ki tarih tekerrür etmektedir.

Konumuz olan ayetlerde isim isim birtakım putlardan bahsedilmektedir. Bu put isimleri Arapçada anlamı olan sözcüklerdir. Bu isimlerle ilgili olarak klasik kaynaklardan iki nakil alıntılıyoruz:

Suvâ' -onların görüşlerine göre- deniz kıyısında Huzeyllilere ait bir put idi.

Yeğûs: Katade'nin görüşüne göre, Sebe’ diyarının el-Cevf denilen yerinde Muradlıların Gutayf koluna ait idi.

el-Mehdevî: Önce Muradlıların idi, sonra da Gatafanlıların oldu. es-Salebi dedi ki: Taylılardan olan Alâ ve En'um ile Mezhiclilerden olan Curaşlılar, Yeğûs'u alıp onu Muradlılara götürdüler ve orada bir süre ona ibadet ettiler. Daha sonra Nadiye oğulları o putu Alâ ve En'umlulardan almak istediler. Bu sefer onu Huzaalılardan el-Haris b. Ka'b oğullarına mensup el-Husayn'a götürdüler.

Ebu Osman en-Nehdi dedi ki: Ben Yeğûs'u gördüm, kurşundandı. Bu putu bacaklarında hastalık bulunan bir devenin üzerinde taşıyorlardı. Onunla birlikte yol alıyor fakat kendisi çökmedikçe onu büktürmüyorlardı. Deve çöktümü, onlar da inerler ve "Size burayı beğenmiş bulunuyor" diyerek onun üzerinde bir bina inşa ediyor ve etrafında konaklıyorlardı.

Ye'ûk, İkrime, Katade ve Ata'nın görüşüne göre (Yemen'deki bir yer olan) Belha denilen yerde Hemdanlılara ait idi. Bunu el-Maverdî zikretmektedir.

es-Sa'lebî dedi ki: Ye’ûk, Sebelilerden Kehlan adındaki birisine ait idi. Sonra oğullarından biri diğerinden miras aldı. Büyüklük sırasına göre miras alına alına sonunda Hemdanlıların eline geçti. İşte Malik b. Nemat el-Hemedanî şu beyti onun hakkında söylemiştir:

"Dünyada tüylendiren [palazlandıran] da Allah'tır, zayıflatan da O'dur, Fakat Ye'ûk ne zayıflatabiliyor, ne de palazlandırabiliyor."

Nesr: -Katade'nİn görüşüne göre- Himyerlilerden Zülkela'a ait idi. Mukatil'den de benzer bir görüş nakledilmiştir.

el-Vâkidî dedi ki: Vedd bir adam suretinde idi. Suvâ' kadın suretinde, Yeğûs arslan, Ye’ûk at, Nesr ise uçan kuşlardan kartal suretinde idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]

Sûrede adı geçen Nuh kavminin ilahlarının isimleri, hem lafız hem de mânâ yönünden Arapçadır. Her ne kadar bu isimler Kur'an'ın indiği fasih Arapçadan dönem olarak çok eski olsa da, aralarındaki ilişki açıkça belli olmaktadır. Yeğûs ile Gavs [yar etmek], Gays [bereketli yağmur] ve İgâse [yardım etmek] arasındaki ilişki; Yeûk ile İâ'ka ve Ta'vîk [engellemek, alıkoymak] arasındaki; Süvâ' ile Sea'h [genişlik, bolluk] arasındaki ilişki; Vedd ile Mevedde [sevgi] arasındaki ilişki; Nesr ile meşhur yırtıcı kuşa verilen ad arasındaki ilişki açıkça gözükmektedir. Peygamber'in döneminde bazı Arap kabilelerinin bu adlarla anılan putları olduğunu nakleden rivayetler bulunmaktadır. Anlatıldığına göre Hüzeyl kabilesinin putunun adı Suvâ' idi, bulunduğu yerin adı ise Yenbûğ olarak isimlendiriliyordu. Başka bir rivayette ise bu Hemedân kabilesinin putunun adıydı. Diğer bir rivayete göre ise, Zilkilâ' ailesinin putunun adıydı. Sanırım bunların hepsi mevcuttu ve bir kadın sûretindeydi.

Yemen'dc Mezhac ve Cürs ehlinin de Yegûs isminde bir putları vardı. Ona tapanlar arasında Murad kabilesinden Gatîfoğullan da bulunmaktaydı. Rivayete göre bu put Suvâ'nın oğlu olup aslan sûretindeydi. Anlatıldığına göre Hemedan, Havlan ve onların müttefikleri olan kabilelerin Erhab denilen yerde Ye’ûk isminde bir putları vardı. Rivayete göre Hayvan kabilesi de bu puta tapmaktaydı. Bu put aynı zamanda Zilkilâ' ailesinin de putları arasındaydı ve at şeklindeydi. Anlatıldığına göre Humeyr kabilesi de Nesr isminde bir puta tapıyordu. Bir rivayete göre bu Humeyr kabilesinden Zilkiâ ailesinin putuydu. Hayaniyye kabilesi kitabelerinde ise Nesr adı kayıtlı olup kuş şeklindeydi. Benî Kelb kabilelerinin de Vedd isminde bir putu olduğu ve bunun erkek suretinde olduğu anlatılmaktadır. Bu ismin eski dönemde Yemen ilahlarından birisi olduğu ve onlarda Ay’ı temsil ettiği de kaydedilmektedir. Cahilliyye devri erkek isimlerinden bu adların bazısına nispet edilen birtakım rivayetler nakledilmiştir; Örneğin: Abdü Vedd [Vedd'in kulu], Abdügays [Gays'ın kulu] gibi.

Anladığımız kadarıyla Araplar, Peygamber'in döneminde ve öncesinde bu isimleri Nuh kavminin ilahları olarak kullanıyorlardı, sonra bu isimleri iktibas ettiler; belki de Arapçalaştırarak putlarına da bu isimleri verdiler. Bu, Kur'an'ın indiği fasih Arapça döneminden daha eski döneme rastlamaktadır. Bu şekilde, bu isimleri olduğu gibi korudular. Çünkü bunlar, göz ardı edilemeyecek derecede kudsiyet kazanmışlardı. [Derveze; et Tefsirü’l Hadis]

24. ayette Nuh peygamber, olayları anlatırken "...
onlar birçok kimseyi saptırdılar" ifadesiyle kavminin ileri gelenlerini değil de putları kastetmiş olabilir. Tabiî ki cansız putların kimseyi saptırması söz konusu olamaz. O nedenle bu ifade, "bunlar sebebiyle birçok kişi saptı" anlamındadır. Bunun bir örneğini de İbrahim suresindeki şu pasajda görmekteyiz:

35-41Ve hani bir zaman İbrâhîm: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse... Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları-ayakta tutmaları] için, Senin dokunulmazlaşmış Ev'inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Verdiğin nimetlerin karşılığını ödemeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. –Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.– Tüm övgüler, ihtiyarlık hâlimde bana İsmâîl'i ve İshâk'ı lütfeden Allah'adır; başkası övülemez. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan] biri kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve mü’minler için bağışlamada bulun!" demişti. [İbrahim/35- 41]
25) Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular, sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar.[#298]
Bu ayet Nuh’un (as) Allah’a yakarış ifadelerine ait değildir. Bu nedenle Nuh’un (as) yakarışlarının nakledildiği 26-28. ayetlerin arkasında meallendirilmiştir.

Ayetin açık ifadesinden Nuh’un (as) dualarının kabul olduğu anlaşılmaktadır. Bu kabulün sonucu olarak o inatçı müşrik kavim hem dünyada cezalandırılmış, hem de ahirette cezalandırılacağına dair kesin hüküm verilmiştir. Azap geldiğinde güvendikleri putlardan hiçbirinin yardımını görememişlerdir.

76Ve Nûh'u; hani o daha önce nida etmişti de Biz de o'na cevap vermiştik. Sonra da Biz kendisini ve ailesini, yakınlarını, inananlarını büyük sıkıntıdan kurtardık.

77Ve âyetlerimizi yalanlayan toplumuna karşı o'na yardım ettik. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdular da Biz onları topluca suda boğduk. [Enbiya/76, 77]

Bu trajik tablodan, başta Mekkeli müşrikler olmak üzere tüm insanlığın ibret alması ve sonlarının Nuh kavmi gibi olmamasına çalışmaları gerekmektedir. Surenin genel mesajı budur.

26,27,28) Ve Nûh dedi ki: "Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden çocuklar yetiştirirler. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü'min olarak evime giren kişiler için ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır."
Bu ayetlerde Nuh’un (as) yakarışlarının devamı verilmektedir. Onun duasında dile getirdiği "Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar yetiştirirler" şeklindeki sert ifadelerin sebebi, onlarla ilgili daha evvel Allah’ın kendisine bilgi vermiş olmasıdır. Aksi halde böyle bir dua yapma hakkı söz konusu olmazdı.

36,37Ve Nûh'a vahyolundu: "Kesinlikle toplumundan iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar, suda kesin boğulacaklardır." [Hud/36, 37]

Ayetin orijinalinde yer alan " الأرضel-Arz" sözcüğündeki " الel" takısını "ahd" anlamına aldığımız takdirde, Nuh’un "el-Arz" sözcüğüyle kastettiği yerin kendi yaşadığı bölge olduğu anlamı elde edilir. Zaten Nuh’un yeryüzündeki tüm kâfirler için böyle bir bedduası söz konusu olmaz. Zira uzaktaki kâfirler ile ilgili olarak onların inanmayacak kimseler olduğuna dair Nuh’a bir bilgi verilmemiştir.

وَلَدَVELEDE – وَلّدَ VELLEDE

Nuh/27. Ayette yer alan ... يَلِدُواyelidu" sözcüğü, Türkçe anlam olarak "doğururlar" demektir. Ki ayette Nuh peygamber dua ederek "......" demektedir. Bu anlam, kelimenin öz anlamına da uygundur.

Ne var ki hiçbir ana baba (kendileri kafir facir de olsa), kafir ve facir evlat doğurmaz/doğuramaz. Müslüman ana babanın Müslüman evlat doğurmadığı/doğuramadığı gibi. Kafirlik, facirlik, fasıklık, Mü’minlik, Müslümanlık, bir bilgi- bilinç işi olup büyümüş büluğa ermiş kimselerin niteliğidir.

Bu takdirde sorun nereden gelmektedir. Klasik kaynaklarda sorunu şöyle çözme yoluna gitmişlerdir:

"
Bunlar, senin, ilm-i ezelinde de böyledirler." (Razı)

Muhammed b. Ka'b, Mukatil, er-Rabî, Aüyye ve İbn Zeyd dedi ki: Bu yüce Allah'ın sulblerinde ve kadınlarının rahimlerinde ne kadar Mü'min varsa hepsini çıkarttığı vakit olmuştu. Kadınların rahimlerini ve erkeklerin sulblerini de yetmiş yıl öncesinden kısırlaştırmıştı. Kırk yıl öncesinden de denilmiştir." (Kurtubi)

Bu çözümler maalesef makul ve makbul gözükmemektedir. Bizim kanaatimize göre ise, " يَلِدُواyelidu" şeklindeki sözcüğün "يُوَلِّد yüvelidu" şeklinde okunması gerekmektedir. Yani "Tef’ıyl babından " وَلَّدَvellede يُوَلِّدُyüvellidu, تَوْلِيدtevliyd" kuralına göre okunmalıdır. Burada bir LAHN (ilk mushafı teksir eden katiplerin yaptığı hata) olduğu kanaatindeyim.

Sözcüğün bu kalıba göre anlamı, "doğurtmak, terbiye etmek; yetiştirmek" demek olur. (LİSAN/TAC)

Klasik kaynaklarda (Tac/Lisan) "velede ve velede" sözcüklerinin açıklanması bahsinde çok enteresan ve çok önemli bir örnek verilir.

Ebu Amr, Sa’leb’den naklediyor: "Hıristiyanlar, İncil’de şöyle bir tahrifat yaptılar: Allah, İncil’de İsa’ya hitaben, " أنت نَبِىٌ وأنا وَلَدْتُكَ ente nebiyyün ve ene velledtüke (Sen bir peygambersin. Be seni terbiye ettim, yetiştirdim) buyurmuş.

Hıristiyanlar İncil’deki bu ifadeyi, "nebiyyün" ifadesini " بُنَىَّbüneyye"; "vellettüke" ifadesinden "L" harfinin birini kaldırarak " أنْتَ بُنَىَّ وَ انأ وَلَدْتُكَente büneyye ve ene veledtüke (Sen benim oğlumsun ben de senin babanın)" şekline sokmuşlardır."

Bu Tevliyd mastarından (doğurtma, terbiye etme; yetiştirme) sözcükleri, ilk olarak koyun çobanları için kullanılmıştır. Çobana " ما ولَّدت يا راعىma velledte ya râıy? (ne doğurttun ey çoban?)" derler, çoban da " ولَّدت الشاةvelledtüşşate (koyun doğurttum)" diye cevap verir. Bununla "hamile koyunun doğum esnasında yanında bulunup kuzunun annesinden ayrılmasına kadar yapılması gereken tüm işleri (pozisyon ayarlaması, kuzunun ciğerdeki suyun boşaltılması, göbek bağının kesimi ve ilaçlama, tedavi, kuzuyu anneye yalatma vs. ) gördüğünü, yönettiğini" söylemiş olur.

Demek oluyor ki bu ayette Nuh peygamber, anaların kafir ve facir doğuracaklarını değil o toplumun fasık ve facir evlatlar yetiştireceklerini söylüyor. Çünkü her inanç sahibi kişi/toplum, neslinin de kendileri gibi aynı inancı taşımasını ister. Ve inançlarına göre gelenekler, sistemler üretirler. Yetişen nesiller de bulundukları ortama göre inanç ve davranışlarını şekillendirir. Mü’min ortamda yetişen nesil, mü’min; Müşrik ortamda yetişen nesil, müşrik; kafir ortamda yetişen nesil kafir, facir ortamda yetişen nesil de facir yetişir. İşte bu nedenle Nuh peygamber, haklı olarak, toplumun yetişecek neslinin atalarının etkisiyle kafir ve facir yetişeceğinden korkmaktadır.