Tahrim

1) Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah'ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
2) Allah, kefaretini ödeyerek yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah, sizin mevlanız; yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
3) Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, Peygamber'e bunu açığa vurunca, Peygamber bir olayın kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti/vazgeçmişti. Sonunda o eşe, bunu kendisi haber verince o eş: "Bunu sana kim haber verdi?" dedi. Peygamber, "Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi" demişti.
4) Ey Peygamber'in iki eşi, hatalarınızdan Allah'a dönerseniz sizin için iyi olur. -Çünkü kesinlikle ikinizin kalpleri kaydı; inançlarınız bozuldu, sapıklığa düştünüz.- Yok eğer Peygamber'e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, o'na mevladır; yardımcıdır, destekçidir, koruyucudur, yol göstericidir. Cibrîl/Kur'ân ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra inecek âyetler de o'na arka çıkarlar.
5) Eğer o sizi boşarsa, Rabbinin, kendisine sizden daha hayırlı, müslime, mü'mine, sürekli saygı duyan, tevbe eden, oruç tutan/seyahat eden dul ve bakire eşler vermesi umulur.
Bu âyet grubu, Rasûlullah'ın özel hayatına ait bazı olayları ifşa etmektedir. 1-2. âyetlerde, helâl olan bir şeyi kendine haram kılan Rasûlullah, Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah'ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. Allah, yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşrû kılmıştır. Ve Allah sizin mevlânızdır. Ve O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır diye azarlanmıştır.

Herhangi bir şeyi haram ya da helâl kılma yetkisi sadece Allah'a aittir; peygamber dahi olsa hiç kimse haram ve helâl kılma yetkisine sahip değildir. Hele hele Allah'ın açıkça helâl kıldığı bir şeyi haram kılmak olacak iş değildir:

31Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında; toplum içinde süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah, savurganları sevmez.

32De ki: "Allah'ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–." İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. [A‘râf/31-32]

116Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için, "Şu helaldir, şu haramdır" demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar. [Nahl/116]

87Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helal kıldığı temiz-nefis-güzel şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.

88Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve siz, inandığınız Allah'ın koruması altına girin. [Mâide/87-88]

Rasûlullah'ın, eşlerinin hatırı için kendisine haram kıldığı şeyin ne olduğu hususunda anlatılan "bal yeme ve sonra da bal yememeye yemin etme" hikayesi pek makul değildir. Bizce şu rivâyet daha makuldür:

Peygamber efendimizin kendisine haram kıldığı, Mariye el-Kıbtiye'dir. Bu câriyeyi kendisine İskenderiye hükümdarı Mukavkıs hediye etmişti.

İbn İshâk dedi ki: "Mariye, Hafi diye bilinen bir beldenin Ansine diye bilinen yerindendir. Peygamber, Hafsa'nın odasında onunla birlikte olmuştu."

Dârekutnî'nin, İbn Abbâs'tan, onun da Ömer'den rivâyetine göre Ömer (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) oğlu İbrâhîm'in annesi Mariye ile Hafsa'nın odasına girdi. Hafsa da gelip Peygamber'i o'nunla birlikte buldu. –O sırada Hafsa babasının evine gitmişti.– Peygamber'e, "Onu odama mı sokuyorsun?" dedi. Senin bunu yapmanın sebebi, ancak diğer hanımların arasında benim senin yanında değerimin olmayışıdır. Peygamber ona şöyle dedi: "Bundan Âişe'ye söz etme! Bir daha ona yaklaşmak bana haram olsun." Hafsa o'na şöyle dedi: "O senin câriyen iken onu kendine nasıl haram ediyorsun?!" Peygamber ona yaklaşmayacağına dair Hafsa'ya yemin etti ve "Bundan kimseye söz etme" dedi. Fakat Hafsa bunu Âişe'ye anlattı. O da hanımlarının yanına bir ay süreyle girmeyeceğine dair yemin etti. 29 gün onlardan uzak kaldı. Bunun üzerine, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram edersin? âyeti nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Rasûlullah'ın, kendisine haram kıldığı şeyin ne olduğu Ahzâb sûresi'nden anlaşılabilir:

51Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah, kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah, her şeyi bilendir, çok yumuşak davranandır. (Ahzâb/51)

Bu âyete göre Rasûlullah'a, eşlerinden istediğini seçme hakkı verilmiş, buna rağmen Rasûlullah eş hatırına yanlış bir iş yapmış, Allah da Rasûlullah'tan, daha evvel inzâl edilen bir âyet ile amel etmesini istemiştir:

224Ve iyilerden olmanıza, Allah'ın koruması altına girmenize, insanlar arasını düzeltmenize, Allah'ı, yeminleriniz için engel yapmayın; "Yapardım ya Allah'a yemin ettim, artık yeminimi bozamam" demeyin. Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Bakara/224)

Bu âyet grubunda konu edilen ikinci mesele, Rasûlullah'ın eşlerinin hatalı davranmalarıdır:
Bir de hani Peygamber, eşlerinden bazılarına bir sözü/olayı sırlaştırmıştı. Sonra eşlerinden biri bunu haber yapınca ve Allah, ona, bunu açığa vurunca, o [Peygamber] bir kısmını belirlemiş, bir kısmından mesafelenmişti [vazgeçmişti]. Sonunda ona, bunu, kendisi haberi verince o, "Bunu sana kim haber verdi?" dedi. O [Peygamber], "Bana iyi bilen, iyi haber alan haber verdi" demişti.

3. âyette, Rasûlullah'ın evinde cereyan eden önemli bir olaya değinilmektedir. Mahiyeti Kur’ân'da bildirilmeyen bir olay/söz, Rasûlullah tarafından eşlerinden bazılarına –ki aşağıda iki eş olduğu anlaşılmaktadır– sır olarak veriliyor. Eşlerden biri bu sırrı ifşa ediyor. Rasûlullah da ona sırrı ifşa etmiş olduğunu bildirince, bunu nereden öğrendiğini soruyor. Rasûlullah da, "Onu çok iyi bilen, çok iyi haber veren" haber verdi diye cevap veriyor. Âyetin özü, işte böyledir.

Rasûlullah'ın eşine verdiği sırrın mahiyeti Kur’ân'da bildirilmemiştir. Âyetteki حديث [hadîs] kelimesi, hem "olay" hem de "söz" olarak anlaşılabilir. Bunun mahiyetine dair birtakım şeyler nakledilmiştir:

el-Kelbî dedi ki: Ona gizlice söylediği söz şudur: "Senin baban ile Âişe'nin babası benden sonra ümmetimin üzerinde benim halifelerim olacaktır." İbn Abbâs da böyle, yani, "Kendisinden sonra halifelik işini Hafsa'ya gizlice söylemiş, ancak Hafsa bunu açıklamıştı" demiştir.

Dârekutnî Sünen'inde el-Kelbî'den, o Ebû Sâlih'ten, o da İbn Abbâs'tan yüce Allah'ın, Hani Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti buyruğu hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Hafsa Peygamber'i (s.a) İbrâhîm'in annesi ile birlikte görünce, ona, "Âişe'ye haber verme" dedi. Ayrıca ona şunları söyledi: "Senin baban ile onun babası benden sonra hükümdar olacaklar ya da onlar yönetimin başına geçecekler; fakat Âişe'ye haber verme!" (İbn Abbâs) dedi ki: "Ancak Hafsa gitti ve Âişe'ye haber verdi. Allah da bu durumu o'na açıkladı. Peygamber bunun bir bölümünü söyledi, bir bölümünü de sakladı." (İbn Abbâs) dedi ki: Daha sonra; "Senin baban ile onun babası benden sonra işin başına geçecekler" sözünü açıklamadı. Rasûlullah (s.a) bu hususun insanlar arasında yayılmasından hoşlanmadı. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Mukâtil dedi ki: Yani ona, Âişe'ye söylediğinin bir bölümünü haber verdi. Bu da Umm Veledi –İbrâhîm'in annesi Mariye– ile ilgili olandı. Bir bölümünü ise haber vermemişti. Bu ise Hafsa'nın Âişe'ye, "Ebû Bekr ve Ömer o'ndan sonra yönetimin başına geleceklerdir" sözüdür. "O bunu eşine haber verince, yani Allah'ın kendisine bildirdiği şeyi Hafsa'ya bildirince, bunu sana benim hakkımda kim haber verdi ey Allah'ın Rasûlü dedi. Ve durumu ona Âişe'nin haber verdiğini zannetti. Peygamber (s.a) de, Her şeyi en iyi bilen, her şeyden haberdar olan, yani kendisine hiçbir şey gizli olmayan bana haber verdi" dedi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Pasajın devamındaki âyetlerin delâletine göre esbâb-ı nüzûle dair rivâyetlerde yer alan bilgiler, paragrafı anlaşılır kılmaktan uzak olduğu gibi, âyetteki nebbe’e fiilinin anlamını yansıtmaktan da uzaktır. Zira "haber verdi" diye çevirdiğimiz نبّأ [nebbe’e] sözcükleri, sıradan haber için kullanılmaz. Bu, çok önemli bir şey olmalıdır.

Ayrıca, Peygamber'in sır verdiği tek eş değildir.
O [Peygamber] bir kısmına bildirmiş, bir kısmından yüz çevirmişti ifadesi, "bir kısmına haddini bildirmiş, bazısına da seslenmemişti" demektir.

Ve Allah, ona bunu açığa vurunca... ifadesi, Allah'ın vahyi ile açığa vurmasını değil, eşlerin bu önemli sırrı ifşa etmelerini ve dile düşürmelerini" ifade eder.

Bana iyi bilen, iyi haber veren haber verdi ifadesi, iki şekilde anlaşılabilir:

Birincisi: Bunu Peygamber'e bildiren, halktan bir kimsedir. Zira
alîm ve habîr sözcüklerinin kullar için kullanıldığı âyetler de vardır (bkz. Furkân/59; A‘râf/109, 112; Yûsuf/55, 76; Hicr/53 ve Şu‘arâ/34, 37).

İkincisi:
İyi bilen, iyi haber alan, Allah'tır. Ama bu, Allah'ın bizzat haber vermesi anlamına gelmez. Örfte, bu tarz ifadeler, asıl faili gizlemek için kullanılır; ki burada da bu ifade, haberi vereni gizlemek için kullanılmıştır. Bunun bir örneği de Âl-i İmrân/37'de bulunmaktadır: Meryem, kendisine gelen yemeklerin kaynağını bildirmez; O, Allah katındandır diye cevap verir:

37Bunun üzerine Rabbi Meryem'i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi ve ona; Meryem’e, İsa’yı gayri meşru şekilde doğurmayıp Allah’ın iradesi çerçevesinde babasız doğuruşuna Zekeriyyâ’yı kefil kıldı. Zekeriyyâ ne zaman onun üzerine/özel odaya girse, onun yanında bir rızık bulurdu. Zekeriyyâ, "Ey Meryem! Bu sana nereden?" dedi. Meryem de: "O, Allah katındandır" dedi. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. [Âl-i İmrân/37]

Bizce burada konu edilen "olay" ya da "söz", –mahiyeti Allah'a havale edilmesi gereken– askerî ve siyasî bir olay ya da sözün/bilginin sızdırılmasıdır. Burada verilen mesaj, Allah'ın Peygamberi'ne yardımının ve –Teğâbün sûresi'nde de görüleceği üzere– en yakın çevrede bile düşmanlarının olabileceğinin gösterilmesi; Mücâdele sûresi'ndeki Elçi'ye yardım vaadinin, somutlaştırılmasıdır.

4-5. âyetlerde, sırra vakıf olup da işi ciddiye almayan eşler tehdit edilmektedir. Bu hususta nakledilenler ise şöyledir:

Eğer ikiniz de, yani Hafsa ve Âişe Allah'a tevbe ederseniz buyrukları ile, Rasûlullah'ın (s.a) sevdiğine aykırı bir hususa meylettikleri için onları tevbe etmeye teşvik etmektedir.

Müslim'in Sahîh'inde İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ömer b. el-Hattâb'a bir âyete dair soru sormak isteği ile bir sene bekleyip durdum. Ondan çekindiğim için ona soramadım. Nihâyet hacca gitmek üzere yola çıkınca, ben de onunla birlikte yola çıktım. Geri döndüğünde yolun bir bölümünde bir ihtiyacını görmek üzere erik ağaçlarına doğru yolunu çevirdi. İşini bitirinceye kadar ben de durdum. Sonra onunla birlikte yürüdüm ve "Ey mü’minlerin emiri! Dedim, "Rasûlullah'ın (s.a) hanımları arasında o'na karşı birbirine yardım eden iki hanım kimdir?" O, "Bunlar Hafsa ve Âişe'dir" dedi. Ona, "Allah'a yemin ederim ki, bunu sana bir seneden beri sormak istediğim hâlde senden çekindiğim için soramadım" dedim. Bana, "Hayır, öyle yapma, benim bildiğimi zannettiğin bir husus oldu mu ona dair bana sor. Eğer biliyorsam sana söylerim..." deyip, hadisin geri kalan bölümünü zikretti.

Denildiğine göre Âişe ile Hafsa'nın (r.anhuma) birbirleriyle yardımlaşmaları nafaka hususunda Peygamber'e (s.a) bir çeşit baskı uygulamak sûretinde idi. Bundan dolayı Peygamber bir ay süreyle onlara ilâ yaptı [onlara yaklaşmamaya yemin etti] ve onlardan uzak kaldı. Müslim'in Sahîh'inde Câbir b. Abdullah'tan şöyle dediği zikredilmektedir: "Ebû Bekr, Rasûlullah'ın (s.a) huzuruna girmek üzere izin istedi. İnsanların kapısında oturmakta olduklarını ve kimseye içeri girmek için izin verilmediğini gördü." (Câbir) dedi ki: "Ebû Bekr'e izin verildi, o da içeri girdi. Sonra Ömer geldi, o da izin istedi, ona da izin verildi. Peygamber'in (s.a) üzüntülü, suskun ve etrafında hanımları olduğu hâlde oturmuş olduğunu gördü." (Câbir) dedi ki: (Ömer) dedi ki: "Andolsun öyle bir şey söyleyeceğim ki bununla Peygamber'i (s.a) güldüreceğim" dedi. Sonra da, "Ey Allah'ın Rasûlü!" dedi, "Bir görsen Hârice'nin kızı benden harcamak için bir şeyler istedi. Ben de yerimden kalktım, boynuna bir darbe indirdim." Rasûlullah (s.a) güldü ve şöyle dedi: "İşte bu kadınlar da gördüğün gibi benim etrafımda bulunuyorlar. Bunlar da benden nafaka [harcayacak masraf] istiyorlar." Ebû Bekr kalktı ve Âişe'nin boynuna vurdu, Ömer de Hafsa'nın boynuna vurdu. Her ikisi de, "Rasûlullah'tan (s.a), yanında olmayan şeyleri mi istiyorsunuz?"dediler. Hepsi de, "Allah'a yemin ederiz ki, asla Rasûlullah'tan (s.a) yanında olmadık şeyi istemeyeceğiz" dediler. Sonra Rasûlullah, bir ay yahut yirmi dokuz gün onlardan uzaklaştı, sonra Allah o'na, Ey Peygamber! Zevcelerine de ki:... Muhakkak Allah içinizden güzel davrananlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır (Ahzâb/28-29) âyetlerini indirdi. Biz bunu daha önce el-Ahzâb sûresi'nde [28-29. âyetler, 1. başlıkta] zikretmiştik. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Bu âyetin iyi anlaşılabilmesi için Hucurât/2'deki,
Ey iman etmiş kimseler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz bilincinde olmadan amelleriniz boşa gidiverir uyarısını da dikkate almak gerekir. Çünkü burada Rasûlullah'ın eşlerinin kalplerinin kayması, Nûh ve Lût peygamberin eşleri gibi ihânet etmeleri konu ediliyor. Kalplerin kayması ise, Allah düşmanlarının sinsî plânlarına meyletmektir:

112,113Böylece Biz, her peygamber için gizli-açık şeytanlarını düşman yaptık: Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan hoşnut olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü gizlice telkinde bulunur/fısıldar. –Ve şâyet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve uydurdukları şeyleri bırak!– [En‘âm/112-113]

Âyetteki, Cibrîl ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de o'na arka çıkarlar ifadesiyle, o güne kadar inmiş olan Kur’ân âyetleri, sâlih mü’minler ve bundan sonra inecek olan âyetler ile Rasûlullah'a destekler verileceği, dolayısıyla da Rasûlullah'a en yakınındaki düşmanların bile zarar veremeyeceği ihtar edilmiştir. Burada zikri geçen melekler, "Kur’ân âyetleri"dir. Bu hususa dair detay da Kadir sûresi'nde verilmiştir.

6,7) Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş'ten koruyun. Ateşin üzerinde, Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba görevli güçler vardır. Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz!
8) Ey iman etmiş kimseler! Saf, katışıksız/samimi bir hatadan dönüş ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz, Peygamber'i ve o'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, ışıklarının önlerinde ve sağlarında koşacağı, "Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, çünkü Sen her şeye güç yetirensin" diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.
Bu âyetlerde, mü’min ve kâfirlere, âhirete ait bilgiler verilerek uyarılar yapılmaktadır.

Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir ateş'ten koruyun emriyle kişinin, Allah'ın azabından sadece kendisini değil, yakınlarını da koruması istenmektedir. Aksi hâlde hem kişi, hem de yakınları o ateşe düşer ve onun üzerinde Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba melekler vardır; kesinlikle acımazlar ve, Ey küfretmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz! deyip geçerler.

Bu tehditkâr uyarıdan sonra, Ey iman etmiş kimseler! Nasuh [saf, katışıksız; samimi] bir tevbe ile Allah'a tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz, Peygamber'i ve o'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, nûrlarının önlerinde ve sağlarında koşacağı, "Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü Sen her şeye güç yetirensin" diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar ifadesiyle, ümit verilerek, teşvik edilerek mü’minler, ihmal ettikleri görevleri hemen yapmaya ve kendilerini kurtarmaya yöneltilmektedir.

Ayette nurlarının önlerinde oluşu, imanlarının ve istikametlerinin sağlam oluşunu, nurlarının sağlarında oluşu da amellerinin hepsinin vahye uygun oluşunu; yaptıkları her şeyin halis din olduğunu ifade etmektedir. Allah’tan tamamlamasını istedikleri nur da Allah’ın rızasını kazanmaları ve cennetlere kavuşmalarıdır.

Ateşin yakıtının, "insanlar ve taşlar" olduğu, Bakara sûresi'nde de bildirilmişti ve biz orada şu açıklamayı yapmıştık:

24Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun. [Bakara/24]

Müfessirler, burada zikri geçen
taş ile; çabuk alevlenmesi, pis kokması, çok dumanlı olması, aşırı yapışkanlığı ve şiddetli ısısı nedeniyle "kükürt" madeninin kastedildiğine kâil olmuşlardır. Oysa bu taş ile neyin kastedildiği şu âyetten anlaşılabilir:

98Kesinlikle siz ve Allah'ın astlarından taptıklarınız, cehennemin odunusunuz/yakıtısınız; siz oraya gireceksiniz. [Enbiyâ/98]

Bu âyete göre kâfirlerin, Allah'ın astlarından taptıkları sözde şefaatçi ortakları; taştan putları, cehennemde yakıt olarak kullanılacak, müşriklerin azabının artmasına sebep olacaklardır.

Bu âyetlerden anlaşıldığına göre müşrik hem cehennemde yanacak, hem de cehennemi yakacaktır.

Yakınları koruma konusu, başka âyetlerde de zikredilmiştir:

132Ve ehline salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet, "Allah'ın koruması altında olma" içindir. [Tâ-Hâ/132]

214Ve en yakın oymağını uyar. [Şu‘arâ/214]

Kişinin kendisini ve yakınlarını ateşten koruması, ancak onlara iman ve tevhidi öğretmek ve onları şirk ve küfürden uzak tutmasıyla olur. Buna dair Kur’ân'da birçok âyet vardır:

13Ve hani bir zaman Lokmân oğluna öğüt vererek, "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, hiç şüphesiz ki Allah'a ortak koşmak, kesinlikle büyük bir yanlış davranıştır; kendi zararlarına iş yapmaktır. 16Ey oğulcuğum! Şüphesiz ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah, en latif, hakkıyla haberdar olandır. 17Yavrucuğum! Salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut], iyiliği emret, kötülükten sakındır. Sana isabet edene de sabret. Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır. 18Ve insanlara avurdunu şişirme, suratını asma ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez. 19Ve yürüyüşünde mutedil ol, sesinden kıs. Şüphesiz seslerin en anlaşılmazı kesinlikle eşeklerin sesidir" 13demişti. [Lokmân/13, 16-19]

41Kitap'ta İbrâhîm'i de an/hatırlat. Şüphesiz ki o, özü-sözü doğru biri idi, peygamberdi.

42-45Bir zaman o, babasına: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir yararı olmayan şeylere niçin kulluk ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir bilgi bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] âsi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir azap dokunur da şeytan için bir yol gösteren, koruyan, yardım eden bir yakın olursun diye korkuyorum" demişti.

46Babası: "Ey İbrâhîm! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlayarak öldürürüm. Haydi, uzun bir müddet bana uzak ol/defol!" dedi.

47,48İbrâhîm: "Selâm sana olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz O, bana çok armağan verendir. Ve ben, sizden ve Allah'ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda mutsuz olmayacağımı umuyorum" dedi.

49Sonra İbrâhîm, toplumundan ve onların Allah'ın astlarından kulluk ettikleri şeylerden uzaklaşınca, Biz o'na İshâk'ı ve Ya‘kûb'u ihsan ettik. Hepsini de peygamber yaptık.

50Ve Biz onlara rahmetimizden armağanlarda bulunduk. Ve onlar için yüce bir doğruluk dili yaptık. [Meryem/41-50]

Âyetteki,
Onun üzerinde, Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba melekler vardır ifadesiyle, cehennemde görevli melekler kastedilmiştir. Bunlar, güçlü-kuvvetli olup Allah'ın emrini kayıtsız-şartsız yerine getiren ve suçlulara asla acımayan varlıklar olarak nitelenmişlerdir:

31Biz, cehennem yârânını da hep melekler yaptık. Sayılarını da, kendilerine Kitap verilen kimseler iyice ve apaçık bilsinler, iman etmiş olan kişilerin imanı artsın, kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler ve iman sahipleri kuşkuya düşmesin diye ve de kalplerinde hastalık olan; zihniyeti bozuk kimseler ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedetmiş kimseler, "Allah bununla neyi kastetti?" desinler diye, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir sınamadan başka şey yapmadık. İşte böyle. Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de kılavuzlar. Rabbinin ordularını da ancak Kendisi bilir. Bu, beşer için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir. [Müddessir/31]

7. âyetteki,
Ey küfretmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz, ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz! buyurularak, kâfirlere o gün pişmanlıklarının, mazeretlerinin ve özür dilemelerinin faydası olmayacağı, tedbirlerini şimdiden almaları ihtar edilmiştir:

57Artık o gün şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara mazeretleri yarar sağlamaz. Onlar, bağışlanmazlar da. [Rûm/57]

52Sonra o şirk koşarak, inkâr ederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara, "Tadın şu sonsuzluğun azabını!" denilecek. –Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?"– [Yûnus/52]

54,55Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, "Yapmış olduklarınızı tadın!" der. [Ankebût/55]

8. âyette, Ey iman etmiş kimseler! Nasuh [saf, katışıksız; samimi] bir tevbe ile Allah'a tevbe edin buyurularak, mü’minlerden hem tevbe etmeleri hem de tevbelerinde samimi olmaları istenmiştir. Allah, onlarca âyette, rahmân, rahîm, tevvâb, gaffâr, gâfir, gafûr ve afuvv sıfatları gereği kusurlu kullarını tevbeye davet etmiştir. Tevbe, "Tevbe yâ Rabbi" demek gibi sözden ibaret değil, "bilinçlenerek, kararlılıkla kusurları terk edip, Allah'a" itaate yönelmedir." Kısacası tevbe, kişinin hayatındaki gerçekleştirdiği bir bilinçli devrimdir.

9) Ey Peygamber! Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere ve münâfıklara karşı gayretli ol, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer de cehennemdir. Ve o, ne kötü dönüş yeridir.
Bu âyet, bağımsız bir necm olup Rasûlullah'ı kâfir ve münâfıklara karşı cihad etmeye, onlara katı davranmaya yönlendirmektedir. Ahzâb/60'da, Andolsun ki, eğer o münâfıklar ve kalplerinde bir hastalık olan şu kimseler ve Medîne'de ortalığı karıştıranlar, bu yaptıklarından vaz geçmezlerse, mutlaka seni onlara, onlar dışlanmış olarak musallat ederiz. Sonra, onlar, seninle orada az bir zamandan fazla komşu kalamazlar; Allah'ın önceki geçen kimseler hakkındaki sünneti [tutumu-kanunu] olarak nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve öldürüldükçe öldürülürler. Ve sen Allah'ın sünneti için asla bir değişiklik bulmayacaksın! buyurularak, mü’minlere savaş açanlarla savaşılması emredilmişti. Burada ise, mü’minlerle savaş hâlinde olmayanlarla cihad edilmesi istenmektedir.

Cihad, "Allah tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, yani Kur’ân'ı anlama, anlatma, yaşama ve tanıtıp yayma için kuvvet harcamak" demektir ve bu da bilgi, beden ve mal ile yapılır." Cihadın en büyüğü ise Kur’ân ile yapılan cihaddır:

* Öyleyse kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere itaat etme ve Furkân ile onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihat yap, uğraşı ver! [Furkân/52]

İslâm dininin tanıtılması, Kur’ân'ın tebliğ ve tebyîn esasına dayanır. "İlim ile cihad", işte bu faaliyetin adıdır. Buna "Kur’ân ile cihad" da denilir. Yukarıdaki âyette Kur’ân ile cihadın, "büyük cihad" olarak nitelenmesi, Allah'ın "ilim ile cihad" konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir.

Burada konu edilen cihad ise, Kur’ân [güzel öğütler] ve yüce Allah'ın dinine davet ile; münâfıklara karşı sert davranarak ve âhiretteki hâllerini bildirerek onları ikaz etmektir.
10) Allah, kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere, Nûh'un kadını ile Lût'un kadını örnek verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kulun aşağılık karıları idiler. Sonra onlara hainlik ettiler. İkisinin kocası da, peygamber olmalarına rağmen Allah'tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Ve, "Girenlerle birlikte siz ikiniz de ateşe girin!" denildi.
11) Allah, inanan kimselere de Firavun'un kadınını örnek gösterdi. Hani o, "Rabbim! Bana nezdinde cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun işinden kurtar. Ve beni şu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!" demişti.
12) Ve Allah, ırzını bir kale gibi koruyan İmrân kızı Meryem'i de örnek verdi. İşte Biz onu vahyimizle az da olsa bilgilendirdik.[#398] O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğrulayıp uyguladı ve sürekli saygıda duranlardan oldu.
Bu âyet grubunda, İslâm'da haseb ve nesebin önemi olmadığına; âhirette hiçbir kimsenin yakınına ya da akrabasına hiçbir fayda sağlayamayacağına dair bazı örneklemeler yapılmıştır, ki bunlar, Rasûlullah'ın eşlerinden bazılarının –sûrenin girişinde konu edilen– devlet sırrını ifşa etmesine de bir göndermedir.

10-11. âyetlerde örnek gösterilen üç kadından ikisi birer peygamberle evlidir ve kocalarına ihânet etmişlerdir. O nedenle de, –peygamber eşi olmalarına rağmen– Rabbimiz tarafından "iki sâlih kulun aşağılık karıları idiler" ifadesiyle hem rencide edilmişler hem de cezalandırılmışlardır. Örnek gösterilen üçüncü kadın ise, bir kâfirle evli olan, Allah'ın dinine ve elçisine yardıma koşan mü’min bir kadındır. (Mûsâ'nın cinâyet sonrasında kaçmasını sağlayan ve öldürme plânları karşısında Mûsâ'yı savunan kimse (bkz. Mü’min sûresi) bu kadın olabilir.) 12. âyette örnek verilen kadın ise, bakire, ırz ehli ve mü’min bir kadın olan Meryem'dir.

Din konusunda peygamber oğlu veya peygamber babası olmanın da yararı yoktur, (Kur’ân'ın muhtelif yerlerinde bildirildiği üzere, İbrâhîm peygamberin babası ve Nûh peygamberin oğlu müşrik idi):

* Ve Nûh Rabbine seslenip de dedi ki: "Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi. Senin vaadin de elbette haktır. Ve Sen, hâkimlerin en hâkimisin." Allah: "Ey Nûh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir. Şüphesiz o, sâlih olmayan bir iştir/o, sâlih olmayan bir iş işlemiştir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım" dedi. [Hûd/45-46]

* Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman; öyle bir gün ki o, kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından kaçar. O gün onlardan her kişi için, kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır. [Abese/33-37]

* Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin. Ve babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlamadığı, çocuğun da babasına hiçbir şeyle yarar sağlamadığı günden ürperin. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. O hâlde basit dünya yaşamı sizi aldatmasın. Ve sakın o çok aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın. [Lokmân/33]

* Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin. [Bakara/48]

* Artık Sûr'a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy-sop ilişkisi yoktur, kimse kimseden bir şey isteyemez de. [Mü’minûn/101]

* Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesih, sadece Allah'ın elçisi ve Meryem'e ilka ettiği/ulaştırdığı kelimesi ve Kendisinden bir ruhtur, vahiy aracılığı ile doğmuş biridir. Artık Allah'a ve elçilerine inanın. Ve "Üçtür" demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. "Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan" olarak Allah yeter. [Nisâ/171]

Böyle hâinlerin Rasûlullah'ın yakın çevresinde de bulunması normaldir. Buradaki mesaj, böylelerinin bulunabileceği gerçeğidir. Bu uyarıları dikkate almayan Müslümanlar, asırlardır bu ihmalin cezasını çekmektedirler.