Kur'an'a bakıldığında ehliyet konusunda şu âyetler bize ışık tutacaktır:
Peygamberleri de onlara, "Şüphesiz Allah, size hükümdar olarak Tâlût'u gönderdi" demişti. İsrâîloğulları, "O, bizim üzerimize nasıl hükümdar olur, oysa hükümdar olmaya biz ondan daha çok hak sahibiyiz, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir" dediler. Peygamberleri, "Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve onu bilgi ve vücut bakımından fazlalıklı kılmıştır" dedi. Allah da, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir. (Bakara/ 247)
Nûh: "Rabbim! Şüphesiz toplumum bana isyan etti. Malı ve evladı kendisine zarardan başka birşey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ, Yagûs, Yeûk ve Nesr'i bırakmayın' dediler. Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o şirk koşarak yanlış yapanlara sadece sapıklığı arttır" dedi. (Nuh/ 21- 24)
Ve Mûsâ: "Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun'a ve ileri gelenlerine basit dünya hayatında zînet ve mallar verdin. –Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye– Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler" dedi. (Yunus/ 88)
1Nûn/50. Kalem'i ve onların satır satır yazıp söylediklerini/efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki; 2Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun [gizli güçlerce desteklenen/deli bir kişi] değilsin. 3,4Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin. (Kalem/ 1-4)
Bu âyetlere göre siyasi konularda ilim ve cisim; sağlık, bedenen kusursuzluk ve heybetli olmak, saygınlık, akıl-zeka yönünden sağlıklı olma, minnetsiz, lekesiz geçim kaynağına ve yüce bir ahlaka sahip olma gibi özellikler dikkate alınacak, zenginlik; mal, mülk, para pul, evlat çokluğu dikkate alınmayacaktır.
Kalem suresinin giriş ayetlerinden açıkça anlaşılıyor ki, Muhammed, toplumda saygı duyulan, yüce ve temiz ahlâklı, akıl ve zeka yönünden sağlıklı, temiz bir servet sahibi olması nedeniyle peygamber seçilmiştir.
Sad suresinde de Davud peygamberin yönetici yapılışı da bize örnek olarak sunulmaktadır. Davud peygamber örnek bir devlet başkanıdır. Dâvûd peygamberin Kur'ân'daki nitelikleri şunlardır:
Dâvûd peygamber, Allah'ın, "çok sabırlı, kulumuz" diye onurlandırdığı, çok güçlü, evvâb, [sürekli Allah'a yönelen] dağlarda bile Allah'ı kötü niteliklerden arındırmış, yaratıklar üzerinde iyi gözlemler yaparak Rabbinin yüceliğini kavramış, mülkü güçlendirilmiş, kendisine hikmet [yasalar] ve fasl-ı hıtâb verilmiş bir kişidir. Ayrıca iman ve sâlihâtı işlemede bilinçli, Allah'a secde eden, [boyun eğen] Allah'ın koruması altında bulunan, Allah katında yakınlığı ve güzel bir yeri olan, bu nitelikleri nedeniyle halifeliğe lâyık olup halife seçilen, demiri yumuşatma ve zırh yapma sanatı öğretilen, Kur'ân'da Ne güzel kuldu o! diye övülen Süleymân gibi bir evlat bağışlanan çok güzel bir kul.
Davud peygamber böyle nitelikli bir kişi olduğundan toplumu onu devlet başkanı seçmiştir:
Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni bu yerde eski yöneticinin yerine yönetici yaptık. O hâlde insanlar arasında hak aracılığıyla, haksızlık ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla. Keyfe, arzuya uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Kesinlikle Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. (Sâd/26)
Bu özellikler dikkate alındığında "ehliyet" kavramı özetle şu maddeler ile açıklanır:
Adil olmak; (Günlük yaşantısında fısk ve isyanın içinde olmamak, haramları işlememek, çirkin işler yapmamak, hevâ, heves ve şehvete düşkün olmamak, herkese eşit davranmak, kin gütmemek, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmayan kişi olmak).
Âkil (Reşit olma) olmak; zihinsel açıdan kusurlu olmamak; deli, baygınlık geçirip duran, bunak, vs. olmamak.
Âlim olmak; atandığı görevin mahiyetine ve uygulamasına yönelik yeterli bilgi, beceri ve deneyim sahibi olmak (yasama meclisi üyesi ile belediye meclisi üyesinin tabi olacağı nitelikler doğal olarak farklı farklıdır).
Temiz, minnetsiz kazanca sahip olmak
Yüce bir ahlaka sahip olmak
Özgür olmak; başkasının kontrolünde ve etkisinde bulunan kimselerin; kölelerin, ağa marabalarının, şeyh müritlerinin, sendika uşaklarının ve beslemelerin seçme ve seçilme ehliyeti olmaz. Çünkü bunlar hakkaniyetle hareket edemez, sahiplerinin direktiflerini uygularlar.
Siyâsî basirete sahiplik; toplumun karşılaşabileceği tüm sıkıntıların çözümünde konuları öncelikleyebilme yetisine sahip olmak.
İslâm dini ehliyeti ön plana çıkarmış, yönetimin irsen intikaline izin vermemiştir.
Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, "Ben seni insanlara önder yapanım" demişti. İbrâhîm, "Soyumdan da önderler yap!" dedi. Rabbi, "Benim ahdim/ tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz!" dedi. (Bakara/ 124)
İnsanlık tarihine bakıldığında, Mısır, Asur, Sümer, Babil, Roma, Emevî, Abbasî, Eyyubî, Selçuklu, Osmanlı tüm devletlerin "ehliyetsiz" yöneticiler; kamu görevlileri yüzünden yok olup gittikleri görülür.
Müslümanlar, ehliyetli kimseleri arar, tarar ve bu göreve getirirler veya ehil Müslümanlar göreve talip olurlar ve yetkili kurumca atanırlar. Bu olaya velâyet verme, vekâlet verme veya bey'at etme denir.
Kur'an'a baktığımızda "Ülülemr"in (Yetki sahipliğinin; kamuda görev almanın) oluşturulması şekli ile ilgili iki örnek verildiğini görüyoruz.
Birincisi: Toplumun vekâlet, velâyet verip biat edeceği ehil kişileri arayıp, bulup kapısını çalarak bu göreve atamasıdır. Bunu İsrailoğullarının Davûd'u kendilerine devlet başkanı yapmaları örneğinde görürüz.
Ve sana şu davacıların haberi geldi mi? Hani onlar mihraba (Dâvûd'un özel evine) çıkıp varmışlardı.
Dâvûd'un yanına girdiklerinde o, onlardan korkuvermişti. Ona, "Korkma! Biz, iki davacıyız. Bazımız, bazımıza haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver, haksızlık etme ve bizi doğru yolun ortasına yönelt" dediler. Birisi de dedi ki: "İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, 'Onu da bana ver' dedi ve konuşmada bana üstün geldi/tartışmada beni yendi."
Dâvûd dedi ki: "Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana haksızlık etmiştir. Gerçekten de ortakların, bir toplulukta yaşayanların çoğu kesinlikle birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!" Ve Dâvûd, Bizim kendisini birtakım sıkıntılarla imtihan ederek arı-duru hâle getirdiğimize/olgunlaştırdığımıza kesin kanaat getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi, ortak koşmaktan uzak olarak yere kapandı ve döndü.
Biz de o'nun için bunu bağışladık/Biz de o'nu bağışladık. İşte böyle! Şüphesiz yanımızda o'nun için bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır.
Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni bu yerde eski yöneticinin yerine yönetici yaptık. O hâlde insanlar arasında hak aracılığıyla, haksızlık ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla. Keyfe, arzuya uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Kesinlikle Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. (Sad/ 21-26)
Müslümanların Salât, Kıble ve Hacc görevleri kapsamında her zaman için ehliyetli kişileri yetiştirip hazır bulundurmaları bir kulluk görevidir. Gerektiğinde tolumdaki yetişmiş ehliyetli kişiler arasından seçim ve görevlendirme yaparlar.
İkincisi: Ehil, yeterliliği olan kimselerin göreve talip olmaları ve talipler arasından ehil seçmenlerin seçimiyle onlara görev verilmesidir. Bunun örneğini de Yusuf peygamberin Firavun'dan görevi istemesi örneğinde görürüz.
Ve hükümdar, "Onu bana getirin, kendi işlerime atayayım" dedi. Sonra o'nunla konuşunca da, "Şüphesiz sen bugün yanımızda gerçekten önemli bir mevki sâhibisin, güvenilir birisin" dedi.
Yûsuf dedi ki: "Beni yeryüzünün hazineleri üzerine görevlendir. Şüphesiz ben, iyi koruyan, çok iyi bilenim."
–Ve işte Biz böylece Yûsuf için o yerde iktidar; ülke yönetimi verdik. Neresinde isterse orada konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin ödülünü kaybetmeyiz. Ve iman eden ve Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için elbette âhiret ödülü daha hayırlıdır.– (Yusuf/ 54- 56)
Bu âyetlerden ehil olanların göreve talip olabileceklerini, Müslümanların ehil olanları tespit edip kapılarını çalacaklarını anlıyoruz. "Ülülemr" her iki metodlada oluşturulabilir. Burada dikkate alınması gereken en önemli unsur, kendilerinden olması ve adayın ehil (yeterlilik sahibi) olmasıdır.
Yesribliler de Mekke'de tebliğ görevi sürdüren Rasülüllah'ı tespit ve teşhis etmiş, Davud örneğinde olduğu gibi gelip kapısını çalarak kendilerine idareci olmalarını istemişlerdir. Rasülüllah da bu davet üzerine Yesrib'e hicret etmiş ve orada İslâm dini ilkeleri çerçevesinde bir yönetim oluşturmuştur.