Sözcük anlamı olarak; “hidayet görmüş”, “hidayet edilmiş”, yani “doğru yol gösterilmiş”, “doğru yola kılavuzlanmış” demek olan ve Arapça bir sözcük olan “mehdi” sözcüğü, bir kısım Müslümanlar tarafından, ilerideki bir tarihte (kıyamete yakın bir zamanda) ortaya çıkacağı zannedilen belirli bir varlığa isim olarak verilmiştir.
İslâmiyet’in tek kaynağı Kur’an’da “Mehdi” ile ilgili bir tek ayet, bir tek işaret bulunmamasına rağmen, Müslümanlar arasında böyle bir inancın oluşması, Yahudi ve Hıristiyan inançlarındaki “Mesih” inancına dayanmaktadır. Bu husus, Ana Britannica tarafından da şu satırlarla saptanmıştır:
“Mehdi, … İslâm’da kıyametten önce gelerek dünyayı adaletle dolduracağına inanılan kurtarıcı. Başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere hemen bütün din ve kültürlerde bulunan mesih inancının İslâm halk kültüründeki uzantısıdır. …”
Bu durumda, mehdi kavramının ayrıntılarına girmeden önce, İslâm’da yeri olmayan bu sapık inancın kaynağı olan mesih inancının ne olduğuna bakmakta yarar vardır.
Kur’an’da İsa peygamberin lâkabı olarak geçen “Mesih” sözcüğü (Nisa; 157, Maide; 72, 75) hakkında Ana Britannica şu bilgileri vermektedir:
“Mesih, (İbranice maşiah: meshedilmiş, kutsal yağla kutsanmış), geniş anlamda; dinsel düşüncede dünya tarihinin sonunda tanrısal bir görevi yerine getirerek insanlığı kötülük ve günahlardan kurtaracak kişi, dar anlamda; Yahudilikte Hz. Davud’un soyundan gelerek İsrailoğullarını geçmişteki altın çağına kavuşturacak kral. Hıristiyanlık, daha Yeni Ahit yazarlarından başlayarak “Mesih” adını (Yunanca Hristos; Lâtince Christus) Hz. İsa ile özdeşleştirmiş, insanoğlunu günahkârlığın boyunduruğundan çıkararak Tanrı’yla sonsuza değin barıştırdığına inanılan bu kurtarıcıyı İsa Mesih biçiminde adlandırmıştır. … Tevrat’ın hiçbir yerinde dünya tarihinin sonunda ortaya çıkacak bir mesihten söz edilmiyordu. Kusursuz bir kralın yönetimindeki bir çağın geleceğini öngören bölümlerde de hiçbir yerde mesih terimi kullanılmıyordu. Bununla birlikte günümüzdeki araştırmacıların çoğuna göre Yahudilerin mesih beklentisi krallık kavramı ile ilgili inançlardan türemişti. Buna göre meshedilmiş kral tanrısal kökenli olmadığı hâlde Tanrı’nın Oğlu olarak adlandırılacak, dünyanın kurtuluşu umutları ona yüklenecekti. … Kitab-ı Mukaddes geleneğinden etkilenmemiş dinlerin ahiret öğretilerinde de mesih benzeri inançlar ortaya çıktı. Budizm gibi mesihçiliğe oldukça uzak olan bir din bile, örneğin Mayahana grupları arasında, gelecekte gökten inerek inananları cennete götürecek Buda Maitreya inancını doğurdu. Bütünüyle ahiret yönelimli olan Zerdüşt dininde de, Zerdüşt’ün ölümünden sonra gelecek bir oğlunun, dünyayı sonsuz esenliğe getirmesi ve ölüleri diriltmesi bekleniyordu. …”
Görüldüğü gibi, sadece semavî dinlere mensup olanlar arasında değil, yeryüzündeki tüm ilkel dinlerde var olan inanca göre kötü gidişe dur diyecek olan bu BEKLENEN KURTARICI , aslında insanların zulüm ve işkence altında inlediği dönemlerde, ezilen ve baskı altında tutulan zavallı kitlelerin ürettiği bir HAYALÎ KAHRAMAN; ütopik bir SÜPERMAN’dir.
MÜSLÜMANLARDA MEHDİ İNANCI
İslâm tarihi ve İslâmî bilim kaynakları incelendiğinde, önceden Yahudi ve Hıristiyan olan bir çok kişinin Müslüman olduktan sonra, eski inanç ve kültürlerini İslâm dinine uyarlamaya çalıştıkları, yani kendi sapık inanç ve amellerini, İSLÂMÎLEŞTİRMEYE çalıştıkları görülmektedir. Nitekim tüm İslâm bilginleri, Kâ’bu-l Ahbar, Vehb b.Münebbih, Abdullah b.Selam, Temim-i Dari, İbn-i Cüreyc gibi kişilerin, bu icraatı çokça yaptıkları konusunda birleşmektedirler. İşte mehdi inancı da, bu gibi kişiler marifetiyle Müslümanlar arasına girmiş ve yayılmıştır. Çünkü zaten Kur’an’da bahsi geçmeyen bu kavrama, ne İslâm dinini en iyi anlamış ve bu sebeple sonradan mezhep imamı olarak kabul edilmiş İmam-ı Azam, İmam-ı Maturidî, İmam-ı Eş’arî gibi bilginlerin eserlerinde, ne de hadis kitaplarının en sağlamları olarak kabul edilen Sahih-i Buharî ve Müslim’deki rivayetlerde yer verilmiştir. Bu konudaki rivayetlerin tüm hadis bilginlerince “uydurma hadisler” listesine alınmasına ve güvenilir sayılmamasına rağmen, bir kesim tarafından “bilgin” sayılan bir çağımız insanı, bu rivayetleri “manen mütevater” olarak benimsemiş ve mehdi konusunda “inciler” döktürmüştür. Hayatta iken müritleri tarafından mehdi olarak kabul edilmiş olan bu zat, insanların Allah’tan yardım istemeyi unutacaklarını düşünmüş olmalı ki;
“Ümitsizliğe düşüldüğünde, kahredici, zalim idareciler, istilâlar, sürgünler, baskılar döneminde insanlar böyle bir ümide muhtaçtır. O sayede kötü şartlara sabredilir, tahammül edilir. Onun için Mehdi inancı gereklidir.” diyebilmiştir.
Buharî ve Müslim dışındaki hadis kitaplarında MÜTEVATER olmayan, bir kaç zayıf rivayete konu edilen mehdi inancı; inançlarının temeli “rüya” ve “keşif” olan, aslında inanç ilkeleri ve amelleri itibari ile İslâm’dan çok farklı bir din olan tasavvuf ve tarikat çevreleri ile Şii mezhebinde revaç bulmuştur. Oysa İslâm’da ZANNA DAYALI İNANÇ OLUŞTURULMAZ:
Yunus; 36:
36.Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zan, “hak”tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilir.
MEHDİ KİMDİR ?
Şiilik’te mehdi, “yüce bir imam”dır. Onu kimse göremez, bilemez. Çünkü kendisini gözlerden saklamıştır. O ölmemiştir. Kıyamet yaklaştığında saklandığı yerden çıkacak, yeryüzünden her türlü kötülüğü kaldırarak herkesin mutluluğunu sağlayacak, böylece Allah tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmiş olacaktır.
Şiilik’in İMAMİYYE ekolüne göre ise mehdi, Hasan Askerî’nin oğludur. Babası öldüğü zaman yaşı çok küçük olmasına rağmen babasının cenaze namazını kıldırmıştır. Sonra dünyadan el etek çekerek görünmez olmuştur. Topluma yolladığı mesajları, belirlediği dört temsilci ile iletmiş, kendisi ölünce bu temsilcilerin de görevleri bitmiştir.
Mehdi inancının, Şii ekolde Sünni ekole nazaran daha çok kabul edilmesinin sebebi, Emevi soyunun, Abbasi soyuna çektirdiği aşırı zulüm ve işkencedir.
Zayıf rivayetlere göre ise mehdi;
– Kıyamete yakın bir zamanda, Sünnetlerin unutulup bid’atlerin çoğaldığı, zulüm ve fesadın hüküm sürdüğü bir zamanda ortaya çıkacaktır.
– Peygamberimizin kızı Fatıma’nın oğlu Hüseyin’in neslinden gelecek (yani seyyit olacak), Medine’de doğacak ama kendisini Mekke’de tanıtacak, peygamberimiz gibi kendi adı Muhammed ve babasının adı da Abdullah olacaktır.
– Çok bilgin birisi olacak, kendi adına mezhep kuracak ve bütün Müslümanlar kendisine uyacaktır.
– Ashab-ı Kehf’in kendisine yardım edeceği bu mehdi, tüm dünyanın hükümdarı olacak ve dünyayı zulümden temizleyerek, adaleti hâkim kılacaktır.
– İsa peygamber onun zamanında gökten inecek, onun arkasında namaz kılacak ve Deccal’a karşı beraber mücadele edeceklerdir.
– Altı ilâ dokuz yıl arasında saltanat sürecek ve bu dönemde bol yağmur yağacak, toprak bol bereketli olacaktır.
İşte bu saçma inançlar, Tarih kitaplarında ve ansiklopedilerde görülebileceği gibi, tarihte bir çok şarlatan mehdinin çıkmasına yol açmıştır. Ama bu sapıklık tarihte kalmamış, tarikat şeyhlerinin mehdi olduğuna inanan insanlarca günümüzde kadar da getirilmiştir.
İSLÂM DİNİNDE MEHDİ İNANCI
Bu sapık inancın, İslâm dini ile, hiçbir aşamada örtüştüğü bir husus yoktur. Çünkü bu sapık inancın aşamalarında olacağı söylenen zırvalar şunlardır: Memleket zulüm ve fesada boğulduğu zaman, hiç kimsenin zahmet edip bir çabaya girmesine gerek kalmadan Allah insanlara Mesih ya da Mehdi’yi yollayacak, o da memleketi zulümden, baskıdan, fesattan kurtarıverecektir. İnsanların Mesih ya da Mehdi’nin dünyayı düzeltmesine yardım etmelerine de gerek kalmayacak, çünkü Mesih ya da Mehdi’ye yardımcı olarak Allah mağaradan Ashab-ı Kehf’i çıkaracak ve gökten İsa’yı indirecektir. Böylece insanlar tekkelerde, köşelerde, ellerinde doksan dokuzluk tespihler, lâklâk edecekler, ama memleket zulümden fesattan Mesih ya da Mehdi ve yardımcıları tarafından kurtarılacaktır.
Yukarıdaki tabloya göre, zulüm ve fesatla ölümüne mücadele etmiş peygamberler ve yandaşları sanki birer ENAYİ, Allah da bu mesihci ya da mehdici takımın hâşâ uşağı konumundadır.
Halbuki İslâm’ın öngördüğü, insanlardan beklediği ise şunlardır:
Müddessir; 1, 2:
1,2.Ey göreve hazır kişi! Kalk! Hemen, ….. diye uyar!
Âl-i Imran; 104:
104.Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
Fussılet; 33:
33,34.Ve Allah’a çağırıp/ yakarıp sâlihi işleyen ve “Ben, Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/ iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın’dır.
Enfal; 39:
39.Ve insanları dinden çıkarma faaliyeti kalmayıp din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir.
Görüldüğü gibi İslâm dinine göre Müslüman, her kötülük karşısında şartlara göre tavır almak, kötülüklerle mücadele etmek zorundadır. Çünkü insanlar hak etmedikçe Allah, onların içine düştükleri perişanlığı değiştirmeyecektir:
Rad; 11:
11.Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah’ın işinden olarak–, onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O’nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.
Sonuç olarak, Mehdi ve Mesih’i karşılaştırdığımızda, Mehdi denilen kişinin Yahudi ve Hıristiyanlık inancındaki Mesih olduğunu, diğer bir ifadeyle Mehdi’nin, Mesih’in İslâmîleştirilmişi olduğunu görmekteyiz. Orijinal İslâm’da böyle saçma bir inanç yoktur, olması da mümkün değildir.
Hakkı Yılmaz