Nûh’u ve mücadelesini de unutmamak gerekir. O, “Gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına kulluk etmeyiniz! Ben, sizin hakkınızda acı bir günün azabından korkarım.” Demişti de buna karşılık, toplumunun Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olanlarının ileri gelenleri: “Biz seni sadece bizim gibi sıradan bir insan olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan/ ayak takımımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Tam tersine biz sizi yalancılar sanıyoruz” dediler. Sonra da belalarını buldular.” Bunlardan ibret almak gerek.
Nûh Dâvûd, Süleymân, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ ve Hârûn, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve İlyâs’ İsmâîl, Elyesâ, Yûnus ve Lût Allah’ın kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiği kimselerdir.
Nuh ve kavmi, aralarındaki tevhit mücadelesi iyi öğrenilmelidir. Allah, onu ve ailesini, yakınlarını, inananlarını o büyük sıkıntıdan kurtardı. Onları hayırla andırıyor. Diğerlerini ise suda boğdu.
Nûh, daha önce nida etmişti de Allah da o’na cevap vermişti. Sonra da Allah, kendisini ve ailesini, yakınlarını, inananlarını büyük sıkıntıdan kurtardı. Allah, âyetlerini yalanlayan toplumuna karşı o’na yardım etti. Şüphesiz onlar kötü bir toplumdular da Allah onları topluca suda boğdu.
Allah, kendilerine çok acıklı bir azap gelmezden önce, toplumunu uyar diye Nûh’u toplumuna elçi gönderdi. Onlara uyarıları hiç dikkate almadılar. Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular, sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah’ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (mücadelenin detayı Nuh suresinde verilmiştir)
İbrahim peygamber özü sözü doğru biri idi.
İbrahim peygamberin hayatı ve tevhit mücadelesi her mümince iyi öğrenilmeli, ibret ve ders alınmalıdır.
İbrahim, yer ve gök hakkında incelemelerde bulunmuş, evrendeki nesnelerin ilah ve Rab olamayacağını iyice kavramış ve sadece Allah’a yönelmişti. Bir zaman da babası Azer’e, “Sen putları tanrılar mı ediniyorsun? Şüphesiz ben seni ve toplumunu apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. Herkes İbrahim gibi yapmalı, fikir sancısından kurtulup selim kalbe sahip olmalıdır.
İbrâhîm de Nûh’un grubundandı. İbrahim Rabbine selim bir kalple gelmişti. O önce evreni inceledi, fikir sancıları çekti. Gerçeği kabullendi; kavmiyle, babasıyla tevhit ile ilgili mücadeleye girişti. Onlar: “Şunun için bir duvar yapın/ ambargo uygulayın da bunu çılgınca yanan ateşin/aşırı sıkıntının içine atın!” dediler. Allah, İbrahim’e yardım etti.
İbrâhîm, içtenlikle Allah’a boyun eğen, ortak koşma inancından dönmüş, Allah’ın nimetlerine karşılık ödeyen başlı başına bir ümmet idi. Ve o, ortak koşanlardan olmadı. Ve Allah, o’nu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı.
Allah İbrâhîm’e dünyada iyilik-güzellik verdi. Ve şüphesiz o, âhirette de kesinlikle sâlihlerdendir.
İsmail’de sadık idi, bir elçiydi, bir peygamberdi. Ve o, ailesine/çevresine salâtı [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı] ve zekâtı/vergiyi emrederdi. Ve o, Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.
İshak, Yakup da Allah’ın peygamberlerinden idi.
İdris peygamber de, özü sözü doğru biriydi, bir peygamberdi. Ve Allah onu yüce bir mekâna yükseltti.
Allah’ın nimetlerine mazhar olan peygamberler, Allah’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak ve boyun eğip teslimiyet göstererek yere kapanırlardı.
Musa arıtılarak saflaştırılmış bir elçi, bir peygamber idi. Kardeşi Harun bir peygamber olarak Musa’ya yardımcı verildi.
Musa, doğumundan peygamber yapılışına kadar çeşitli deneyimlerden geçirildi, olgunlaştırıldı. O, Allah’a hizmet için özel yetiştirildi. Onun elindeki çoban asası bıraktırıldı ve ona toplumlara can veren kitap verildi. Ona “Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma kurumları oluştur ayakta tut]. Şüphesiz ki o saat/kıyamet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. O nedenle kıyamete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyamete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” uyarısına kulak ver” ilkeleri bildirildi.
Musa’ya malı, mülkü, ailesi bıraktırıldı ve Firavunla mücadeleye gönderildi.
Musa ile Harun’un Firavuna gönderilişi ve onunla yaptıkları mücadeleler herkesçe iyi öğrenilmeli, ders, ibret alınmalıdır.
Allah, Mûsâ ile Hârûn’a da nimetler, o apaçık gösteren kitabı verdi; kendilerini dosdoğru yola kılavuzladı Ve o ikisini ve toplumlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık. Ve iyiler olarak andırıyor. Allah, iyilik-güzellik üretenleri böyle ödüllendirir. o ikisi Allah’ın mü’min kullarındandı.
* Allah Mûsâ’yı, “Toplumunu karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah’ın günleri ile öğüt ver” diye âyetleriyle elçi olarak göndermiştir. Şüphe yok ki bunda çok sabreden ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını çok çok ödeyen herkes için nice alâmetler/göstergeler vardır.
Ad kavmi ile onlarla tevhit mücadelesi veren Hud peygamber iyi öğrenilip onların kıssasından ibret alınmalıdır.
Semûd kavmi ile onlara elçi gönderilen Salih peygamber de iyi öğrenilmelidir.
Yüz çeviren inkârcılara, Ad ve Semud toplumları anlatılmalı; onlar gibi yıldırıma çarpılacakları uyarısı yapılmalıdır:
Lut peygamber ve toplumu iyi öğrenilmeli ve onlardan ibret alınmalıdır.
Allah, Medyen’e de kardeşleri Şu‘ayb’ı gönderdi. Sonra Şu‘ayb, “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, âhiret gününü ümit edin, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!” dedi.
Bunun üzerine o’nu yalanladılar, sonra da kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
Medyen halkı ve Şuayb peygamber de iyi öğrenilmelidir.
İlyâs, Lut, Yûnus, Davud, Süleyman da kesinlikle gönderilen elçilerdendi.
Herkes, Dâvûd ailesi gibi, nimetlerin karşılığını ödemeye çalışmalıdır. —Ama kulları içinde, verilen nimetlerin karşılığını ödeyen de çok azdır!–
Dâvûd ve Süleymân da toplumlarına elçi gönderildiler. Onlara toplumsal yasalar öğretildi. Allah, onlara kendileriyle beraber Allah’ı noksan sıfatlardan arındırsınlar diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldı/onları insanların yararlanacağı ölçüler içinde yarattı. Allah, dilediğini yapar.
Allah Davud’a insanların kötülüğünden onları korumak için, onlar için zırh yapımını öğretti. Herkes kendisine verilen nimetin karşılığını ödemelidir.
Allah, Süleymân’a, içinde bolluklar oluşturulmuş toprağa doğru o’nun emriyle akıp giden kasırga hâlindeki rüzgârı boyun eğdirdi; rüzgârlardan yararlanmayı öğretti. Allah her şeyi bilir.
Eyyub de elçiydi. O: “Şüphesiz bana zarar dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye Rabbine nida etmişti de Allah, o’nun için karşılık vermişti. Sonra o’ndan zararlı olan şeyleri kaldırdı. Ve katından bir rahmet ve kulluk edenlere bir öğüt olmak üzere, kendisine ailesini, yakınlarını ve kaybettikleriyle bir mislini daha verdi.
Allah, din olarak Nuh’a İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya aynı ilkeleri yaşam yolu yapmış, hepsini aynı şeylerle yükümlü kılmış, hepsine de “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” diye buyurmuştur.
İsmâîl, İdrîs ve Zülkifl, hepsi sabreden kimselerdendi. Allah, onları da rahmetinin içine girdirdi. Şüphesiz onlar sâlih kişilerden idiler.
Zünnûn [kılıç sahibi, Ninovalı] da elçiydi. O, öfkelenerek gitmişti de Allah’ın, kendisini sıkıntıya sokmayacağını sanmıştı. Sonra da karanlıklar, bunalımlar içinde, “Senden başka ilâh diye bir şey yoktur! Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben yanlış yapanlardan oldum!” diye Allah’a seslenmişti. Sonra da Allah, o’na cevap verdi ve o’nu, gamdan/üzüntüden, bunalımdan kurtardı. Ve işte, inananları Allah böyle kurtarır.
Zekeriyyâ da elçiydi. O, Rabbine: “Rabbim! Beni tek başıma bırakma, Sen varislerin en hayırlısısın” diye seslenmişti de Allah, o’nun için karşılık vermişti. Ve kendisine Yahyâ’yı ihsan etti. Ve o’nun için eşini düzeltti/doğum yapmaya elverişli hâle getirdi. Şüphesiz onlar hayırlarda yarışıyorlar, umarak ve korkarak Allah’a yalvarıyorlardı. Ve Allah’a karşı derin saygı duyuyorlardı.
Irzını titizlikle koruyan o kadın; Meryem de unutulmamalıdır; Allah, onu güvenli bilgisiyle bilgilendirdi. Ve kendisini ve oğlunu âlemler için bir alâmet/gösterge yaptı.
Allah, Meryem’in oğlunu ve Îsâ’nın annesini de bir alâmet/gösterge yaptı ve ikisini, yerleşmeye uygun, suyu olan bir tepeye; Kumran’a yerleştirdi.
Allah; Meryem’i ve oğlu İsa’yı, Filistin’deki okula, Kumran’a yerleştirdi. Onları bir alâmet/gösterge yaptı. Yerleşmeye uygun, suyu olan bir tepede bulunan Kumran, günümüzde insanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
Meryem oğlu Îsâ bir örnek olarak anlatılınca da, bazı gruplar, ondan uzaklaşıp gittiler. Bu gruplar: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu Muhammed mi/ Îsâ mı?” dediler. Bu örneği sırf elçi Muhemmed ile tartışmak için ortaya attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdu.
Îsâ, sadece Allah’ın kendisine nimet verdiği ve kendisini İsrâîloğulları’na örnek yaptığı bir kuldur.
Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman onlara: “Ben size haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah’ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.” dedi.
Fakat gruplar, Îsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Artık acı bir günün azabından dolayı, şirk koşarak yanlış iş yapanların vay hâline!
Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, kıyâmet anının kendilerine gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar.