Sure, tevhid ilkesine dikkat çekerek başlamıştır. Burada tevhide kanıt olarak, bu ana kadar inmiş olan Kur’an ayetlerinin içerdiği mesajlar kanıt gösterilmiştir. Ayetler "ف fe" bağlacı ile geldiğinden cümle etkisel olarak birbirine bağlıdır. Aslında bu zincirleme etki ile nitelen şey tek bir şeydir. Kasem edilerek başlayan pasajda Kur’an’ın bazı özellikleri dikkatlere sunulmaktadır. Bu özellikler şunlardır: Kur’an ayetleri insanları karşısında saflar halinde dizmekte veya insanları saflar halinde karşısında hizaya sokmakta; içerdiği gerçekler ile kitleleri sürüklemekte, karşıtlarını alt etmekte ve herkese öğüt vermektedir.
Bu özellikler Mürselat suresinde şu şekilde ifade edilmişti:
1-7Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir. [Mürselat/1-7]
1-5Evrendeki çekim kuvveti, evrendeki itme kuvveti,
yıldızlar; galaksiler; güneş, ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece, gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşması,
tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanması kanıttır ki
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan,
mü’minlere hem kolay, hem de kolaylaştıran, onlara müjdeler veren, onların mutlu olmalarını sağlayan,
elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki, [Naziat/1-5]
1-6O tozuttukça tozutanlar, arkasından ağırlığı taşıyanlar, sonra kolaylıkla akanlar, sonra da bir emri paylaştıranlar kanıttır ki şüphesiz tehdit olunduğunuz o şey, kesinlikle doğrudur. Şüphesiz yapılanların karşılıklarını verilmesi de kesinlikle gerçekleşecektir. [Zariyat/1-6]
İlk inen ayetten konumuz olan bu pasajdakilere kadar tüm Kur’an ayetleri üzerinde iyi bir inceleme yapıldığında görülecektir ki bu ayetler, insanı rüşde erdirme, yol gösterme ve rahmet olma açısından gerek afak ve enfüste [insanın çevresinde ve iç dünyasında] vermiş olduğu kanıtlar, gerekse kendisine özgü mucizeliği ile "dizi dizi olma" veya "saf tutturma", "hizaya dizme", ikna ederek, rüşde erdirerek "öğüt olma" özelliklerinin tümünü içermektedir. Kur’an, işte böyle bir kitaptır.
Bu nedenle Kur’an, Allah’ın birliğinin ve O’nun göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbi olduğunun yegâne kanıtı olarak ortaya konmuştur.
Bu ayet gurubundaki bazı ifadelerin ayrıca tahlil edilmeleri yararlı olur:
O saflar halinde dizilenlere/dizenlere
1- 3. ayetlerde geçen bu ifadeler, bazı gelenekçiler tarafından halk kültüründeki cinsten "melekler" olarak anlaşılmıştır.
Süfyân es-Sevrî'nin A'meş kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.)’dan rivayetine göre; o, şöyle söylemiş: Saf bağlayıp duranlar "melekler"dir. Haykırıp sürenler "melekler"dir. Zikir okumakta olanlar da "melekler"dir. [İbn Kesir]
Bu durum, onların Kur’an’ı tanıyamamış olmalarından kaynaklanmıştır. Söz konusu ifadelerin "melek" olarak değerlendirilmesi aslında yanlış bir yaklaşım değildir. Ancak bu meleklerin halk kültüründeki melekler olarak değil, "haberci" anlamındaki "melekler" olarak anlaşılması gerekir. Daha önceki tahlillerimizde de belirttiğimiz gibi, Kur’an ayetleri bir bakıma "haberci melekler"dir. Nitekim bu anlamı çağrıştıran ifadeler surenin 164- 166. ayetlerinde de gelecektir. Bu konuya dair detayı daha evvel Necm ve Kadr surelerinde vermiştik.
Kasem cümlesi ile ilgili önceki açıklamalarımızda "muksemün aleyhler"in [kasem edilen şeylerin], ileri sürülecek tezin kanıtları olduğunu ifade etmiştik. Arapçadaki bu kuraldan dolayı, üzerlerine kasem edilen şeylerin somut olma zorunluluğu vardır. Soyut şeyler somut iddialara kanıt olamazlar.
Konumuz olan ayetlerde kendilerine kasem edilen üç ayrı nitelik, bir tek şeyin sıfatıdır. O tek şey de Kur’an ayetleridir. Zira Kur’an ayetlerinin bazıları tevhidi, bazıları Allah’ın niteliklerini, bazıları insanlar için öğütleri, bazıları Allah’ın afak ve enfüsteki ayetlerini, bazıları kişisel ve toplumsal yaşam için gerekli ilkeleri, bir kısmı da geçmişe yönelik bilgileri içerirler. Böylece her gurup bir "saf" konumundadır.
Bu nedenledir ki, Kur’an’ı anlamaya cidden emek verenlerin bir kısmı bu ayetlerde nitelendirilenlerin bilginler, mücahidler olduğunu söyleseler de, çoğu Kur’an ayetleri olduğu yönünde kanaat belirtmişlerdir.
Klasik müfessirlerin çoğu, 1-3. ayetlerin meleklere işaret ettiğini ileri sürerlerken, Râzî'nin naklettiğine göre, Ebû Muslim İsfehânî bu varsayımı reddetmekte ve bu pasajın insanlar arasındaki gerçek müminlere işaret ettiğini söylemektedir. Fakat Râzî başka bir yorumda bulunmakta -bana göre en ikna edici olanıdır- ve burada kastedilenin Kur’an'ın mesajları [âyât] olduğunu ileri sürmektedir; ki, bu ayetler -müfessirin kendi ifadeleriyle- "çok çeşitli konulara değinmektedir. Bir kısmı Allah'ın birliğinin yahut O'nun ilminin, kudretinin ve hikmetinin kanıtlarına değinirken diğer bir kısmı ilahî vahyin veya yeniden dirilmenin kanıtlarını sergilemektedir. [Muhammed Esed; Kur’an Mesajı]
Katade: Burada kastedilenler Kur'ân-ı Kerîm'in zecredici [yasaklayıcı, alıkoyucu] buyruklarıdır, demiştir.
Katade de şöyle demektedir: Maksat yüce Allah'ın zikrini okuyan ve yazan herkestir.
Bir diğer açıklamaya göre; maksat Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleridir. Yüce Allah bu ayetleri okunmak ile nitelendirmiştir. Nitekim bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten bu Kur'ân İsrailoğullarına hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeylerin çoğunu anlatır." (Neml/27 ve 76)
Kur'ân'ın âyetlerinin, "tâliyât [biri diğerinin ardından gelenler]" diye adlandırılması mümkündür. Çünkü harflerin biri diğerinin arkasından gelir. Bunu da el-Kuşeyrî zikretmiştir. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
sonra da haykırıp sürükleyenler
Kur’an ayetlerini niteleyen bu ifade ile Kur’an ayetlerinin eşsizliği, herkesi ikna edebildiği, yalanlayıcıların ayetler karşısında tutunamamaları ve Kur’an ayetlerinin insanlığı gelişime ve olumlu yönde değişime doğru sürüp götürmesi, kötülüklerden alıkoyması ifade edilmektedir.
sonra da [haykırıp sürükleyince] öğüt okuyanlar
Kur’an ayetlerinin diziler halinde duruşunun veya herkesi ikna etmesinin ya da yalanlayıcıları yıldırmasının ana nedeni, ayetlerin insanlara öğüt vermesi, onları ahiret hakkında uyarmasıdır. Zaten Kur’an’ın yarıdan çoğu bunu ifade eden ayetlerden oluşmaktadır.
Sizin ilahınız kesinlikle Bir Tek’tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir.
"Kanıtlarla sabittir ki, sizin ilahınız kesinlikle Bir Tek’tir" hükmü ile akıllı insanların nasıl bir ilahın kulları olması gerektiğine vurgu yapılarak şu mesaj verilmektedir: "Rabb olarak tanınacak olan O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbi, doğuların da Rabbi" olmalıdır. Bir sineği bile yaratmaktan aciz kişi ve nesneler rabb olarak kabul edilmemelidir. Eğer bu yanlışa düşerseniz sonunda eliniz boş kalır, emeğiniz boşa gider, üstelik kendinize de zulmetmiş olursunuz. Onun için yanlış adrese gitmeyiniz."
Rabbimiz Kendisini göklerin, yerin, ikisi arasındakilerin ve doğuların Rabbi olarak tanıtmıştır.
RABB:
Rabb "Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten" demektir. Rabb sözcüğünün bu anlamı doğrultusunda, ayetteki ifadede de "yerde, gökte ve ikisi arasındaki varlıkların, var olan sistemlerin hepsinin kör tesadüfe bağlı olmayıp Allah’ın plan ve programı ile olduğu vurgulanmaktadır.
"Doğuların Rabbi" ifadesindeki çoğul kullanımla "doğu" kavramının izafiliğine dikkat çekilmiştir. Gerek Güneş’in ve Dünya’nın dönüşleri, gerekse bu iki gök cisminin doğuş yerleri mevsimler itibariyle sürekli değişmekte, buna bağlı olarak da doğu yönü sabit bir nokta olmamaktadır.
" المشارقel-meşârık" sözcüğü, "gezegenlerin dünyaya göre doğuş noktaları" anlamına gelmektedir. Bu doğuş noktaları daha çok Güneş için kullanılmaktadır. Doğuş sözcüğü karanlığın yok olması sürecini ifade etmesi nedeniyle özellikle Güneş için kullanılan bir kavramdır. Senenin her gününde Güneş’in ayrı ayrı doğuş noktaları olduğu gibi, dünyanın doğu ve batısı için de farklı doğuş noktaları vardır. Gerek Güneş'in bu şekilde hareket etmesini, gerekse dünyanın Güneş etrafındaki dönerken aldığı farklı pozisyonları gerçekleştiren güç Yüce Allah’tır. Bu nedenle O’na "Doğuların Rabbi" denmektedir.
Rabbimiz, doğuların Rabbi olduğu gibi batıların da Rabbidir. Yüce Allah’ın aynı zamanda "batıların da Rabbi" olduğunun ayette zikredilmemesinin nedeni, bu gerçeğin ayetin bağlamından [kontekstten] anlaşılıyor olmasıdır.
40,41Artık hayır. Doğuların ve batıların Rabbine kasem ederim ki Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz. [Meâric/40]
17Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], iki doğunun Rabbi ve iki batının Rabbidir. [Rahman/17]
Konumuz olan ayetin bu bölümü, Nahl suresindeki şu ayete benzemektedir.
81Ve Allah, oluşturduklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlardan barınaklar yaptı. Sizi sıcaktan-soğuktan koruyacak elbiseler ve sizi kendi hışmınızdan koruyan elbiseler var etti. İşte böylece Allah, Müslüman olasınız diye üzerinize nimetini tamamlamaktadır. [Nahl/81]
Görüldüğü gibi, elbise insanı hem sıcaktan hem de soğuktan korumasına rağmen, Nahl/81’de elbisenin "sıcak"tan koruyacağı zikredilip "soğuk"tan koruyacağı zikredilmemiştir.
Konumuz olan ayette "batılar"dan söz edilmeyerek sadece "doğular" sözcüğünün kullanılmasını şöyle değerlendirmek de mümkündür: "Meşarik [Doğular] sözcüğü aynı zamanda "ışığın parladığı yerler" anlamına da gelir. Bu anlam bize Kur’an’ı çağrıştırmaktadır. Bu durumda "Rabbü’l-Meşrikayn" ifadesinden "Kur’an ayetlerinin saçtığı ışıkla tüm zihinlerin aydınlanmasının da Allah tarafından planlanıp uygulandığı" anlaşılır.
Bu özellikler Mürselat suresinde şu şekilde ifade edilmişti:
1-7Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir. [Mürselat/1-7]
1-5Evrendeki çekim kuvveti, evrendeki itme kuvveti,
yıldızlar; galaksiler; güneş, ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece, gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşması,
tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanması kanıttır ki
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan,
mü’minlere hem kolay, hem de kolaylaştıran, onlara müjdeler veren, onların mutlu olmalarını sağlayan,
elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki, [Naziat/1-5]
1-6O tozuttukça tozutanlar, arkasından ağırlığı taşıyanlar, sonra kolaylıkla akanlar, sonra da bir emri paylaştıranlar kanıttır ki şüphesiz tehdit olunduğunuz o şey, kesinlikle doğrudur. Şüphesiz yapılanların karşılıklarını verilmesi de kesinlikle gerçekleşecektir. [Zariyat/1-6]
İlk inen ayetten konumuz olan bu pasajdakilere kadar tüm Kur’an ayetleri üzerinde iyi bir inceleme yapıldığında görülecektir ki bu ayetler, insanı rüşde erdirme, yol gösterme ve rahmet olma açısından gerek afak ve enfüste [insanın çevresinde ve iç dünyasında] vermiş olduğu kanıtlar, gerekse kendisine özgü mucizeliği ile "dizi dizi olma" veya "saf tutturma", "hizaya dizme", ikna ederek, rüşde erdirerek "öğüt olma" özelliklerinin tümünü içermektedir. Kur’an, işte böyle bir kitaptır.
Bu nedenle Kur’an, Allah’ın birliğinin ve O’nun göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbi olduğunun yegâne kanıtı olarak ortaya konmuştur.
Bu ayet gurubundaki bazı ifadelerin ayrıca tahlil edilmeleri yararlı olur:
O saflar halinde dizilenlere/dizenlere
1- 3. ayetlerde geçen bu ifadeler, bazı gelenekçiler tarafından halk kültüründeki cinsten "melekler" olarak anlaşılmıştır.
Süfyân es-Sevrî'nin A'meş kanalıyla... Abdullah İbn Mes'ûd (r.a.)’dan rivayetine göre; o, şöyle söylemiş: Saf bağlayıp duranlar "melekler"dir. Haykırıp sürenler "melekler"dir. Zikir okumakta olanlar da "melekler"dir. [İbn Kesir]
Bu durum, onların Kur’an’ı tanıyamamış olmalarından kaynaklanmıştır. Söz konusu ifadelerin "melek" olarak değerlendirilmesi aslında yanlış bir yaklaşım değildir. Ancak bu meleklerin halk kültüründeki melekler olarak değil, "haberci" anlamındaki "melekler" olarak anlaşılması gerekir. Daha önceki tahlillerimizde de belirttiğimiz gibi, Kur’an ayetleri bir bakıma "haberci melekler"dir. Nitekim bu anlamı çağrıştıran ifadeler surenin 164- 166. ayetlerinde de gelecektir. Bu konuya dair detayı daha evvel Necm ve Kadr surelerinde vermiştik.
Kasem cümlesi ile ilgili önceki açıklamalarımızda "muksemün aleyhler"in [kasem edilen şeylerin], ileri sürülecek tezin kanıtları olduğunu ifade etmiştik. Arapçadaki bu kuraldan dolayı, üzerlerine kasem edilen şeylerin somut olma zorunluluğu vardır. Soyut şeyler somut iddialara kanıt olamazlar.
Konumuz olan ayetlerde kendilerine kasem edilen üç ayrı nitelik, bir tek şeyin sıfatıdır. O tek şey de Kur’an ayetleridir. Zira Kur’an ayetlerinin bazıları tevhidi, bazıları Allah’ın niteliklerini, bazıları insanlar için öğütleri, bazıları Allah’ın afak ve enfüsteki ayetlerini, bazıları kişisel ve toplumsal yaşam için gerekli ilkeleri, bir kısmı da geçmişe yönelik bilgileri içerirler. Böylece her gurup bir "saf" konumundadır.
Bu nedenledir ki, Kur’an’ı anlamaya cidden emek verenlerin bir kısmı bu ayetlerde nitelendirilenlerin bilginler, mücahidler olduğunu söyleseler de, çoğu Kur’an ayetleri olduğu yönünde kanaat belirtmişlerdir.
Klasik müfessirlerin çoğu, 1-3. ayetlerin meleklere işaret ettiğini ileri sürerlerken, Râzî'nin naklettiğine göre, Ebû Muslim İsfehânî bu varsayımı reddetmekte ve bu pasajın insanlar arasındaki gerçek müminlere işaret ettiğini söylemektedir. Fakat Râzî başka bir yorumda bulunmakta -bana göre en ikna edici olanıdır- ve burada kastedilenin Kur’an'ın mesajları [âyât] olduğunu ileri sürmektedir; ki, bu ayetler -müfessirin kendi ifadeleriyle- "çok çeşitli konulara değinmektedir. Bir kısmı Allah'ın birliğinin yahut O'nun ilminin, kudretinin ve hikmetinin kanıtlarına değinirken diğer bir kısmı ilahî vahyin veya yeniden dirilmenin kanıtlarını sergilemektedir. [Muhammed Esed; Kur’an Mesajı]
Katade: Burada kastedilenler Kur'ân-ı Kerîm'in zecredici [yasaklayıcı, alıkoyucu] buyruklarıdır, demiştir.
Katade de şöyle demektedir: Maksat yüce Allah'ın zikrini okuyan ve yazan herkestir.
Bir diğer açıklamaya göre; maksat Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleridir. Yüce Allah bu ayetleri okunmak ile nitelendirmiştir. Nitekim bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten bu Kur'ân İsrailoğullarına hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeylerin çoğunu anlatır." (Neml/27 ve 76)
Kur'ân'ın âyetlerinin, "tâliyât [biri diğerinin ardından gelenler]" diye adlandırılması mümkündür. Çünkü harflerin biri diğerinin arkasından gelir. Bunu da el-Kuşeyrî zikretmiştir. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
sonra da haykırıp sürükleyenler
Kur’an ayetlerini niteleyen bu ifade ile Kur’an ayetlerinin eşsizliği, herkesi ikna edebildiği, yalanlayıcıların ayetler karşısında tutunamamaları ve Kur’an ayetlerinin insanlığı gelişime ve olumlu yönde değişime doğru sürüp götürmesi, kötülüklerden alıkoyması ifade edilmektedir.
sonra da [haykırıp sürükleyince] öğüt okuyanlar
Kur’an ayetlerinin diziler halinde duruşunun veya herkesi ikna etmesinin ya da yalanlayıcıları yıldırmasının ana nedeni, ayetlerin insanlara öğüt vermesi, onları ahiret hakkında uyarmasıdır. Zaten Kur’an’ın yarıdan çoğu bunu ifade eden ayetlerden oluşmaktadır.
Sizin ilahınız kesinlikle Bir Tek’tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir.
"Kanıtlarla sabittir ki, sizin ilahınız kesinlikle Bir Tek’tir" hükmü ile akıllı insanların nasıl bir ilahın kulları olması gerektiğine vurgu yapılarak şu mesaj verilmektedir: "Rabb olarak tanınacak olan O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbi, doğuların da Rabbi" olmalıdır. Bir sineği bile yaratmaktan aciz kişi ve nesneler rabb olarak kabul edilmemelidir. Eğer bu yanlışa düşerseniz sonunda eliniz boş kalır, emeğiniz boşa gider, üstelik kendinize de zulmetmiş olursunuz. Onun için yanlış adrese gitmeyiniz."
Rabbimiz Kendisini göklerin, yerin, ikisi arasındakilerin ve doğuların Rabbi olarak tanıtmıştır.
RABB:
Rabb "Terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten" demektir. Rabb sözcüğünün bu anlamı doğrultusunda, ayetteki ifadede de "yerde, gökte ve ikisi arasındaki varlıkların, var olan sistemlerin hepsinin kör tesadüfe bağlı olmayıp Allah’ın plan ve programı ile olduğu vurgulanmaktadır.
"Doğuların Rabbi" ifadesindeki çoğul kullanımla "doğu" kavramının izafiliğine dikkat çekilmiştir. Gerek Güneş’in ve Dünya’nın dönüşleri, gerekse bu iki gök cisminin doğuş yerleri mevsimler itibariyle sürekli değişmekte, buna bağlı olarak da doğu yönü sabit bir nokta olmamaktadır.
" المشارقel-meşârık" sözcüğü, "gezegenlerin dünyaya göre doğuş noktaları" anlamına gelmektedir. Bu doğuş noktaları daha çok Güneş için kullanılmaktadır. Doğuş sözcüğü karanlığın yok olması sürecini ifade etmesi nedeniyle özellikle Güneş için kullanılan bir kavramdır. Senenin her gününde Güneş’in ayrı ayrı doğuş noktaları olduğu gibi, dünyanın doğu ve batısı için de farklı doğuş noktaları vardır. Gerek Güneş'in bu şekilde hareket etmesini, gerekse dünyanın Güneş etrafındaki dönerken aldığı farklı pozisyonları gerçekleştiren güç Yüce Allah’tır. Bu nedenle O’na "Doğuların Rabbi" denmektedir.
Rabbimiz, doğuların Rabbi olduğu gibi batıların da Rabbidir. Yüce Allah’ın aynı zamanda "batıların da Rabbi" olduğunun ayette zikredilmemesinin nedeni, bu gerçeğin ayetin bağlamından [kontekstten] anlaşılıyor olmasıdır.
40,41Artık hayır. Doğuların ve batıların Rabbine kasem ederim ki Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz. [Meâric/40]
17Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], iki doğunun Rabbi ve iki batının Rabbidir. [Rahman/17]
Konumuz olan ayetin bu bölümü, Nahl suresindeki şu ayete benzemektedir.
81Ve Allah, oluşturduklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlardan barınaklar yaptı. Sizi sıcaktan-soğuktan koruyacak elbiseler ve sizi kendi hışmınızdan koruyan elbiseler var etti. İşte böylece Allah, Müslüman olasınız diye üzerinize nimetini tamamlamaktadır. [Nahl/81]
Görüldüğü gibi, elbise insanı hem sıcaktan hem de soğuktan korumasına rağmen, Nahl/81’de elbisenin "sıcak"tan koruyacağı zikredilip "soğuk"tan koruyacağı zikredilmemiştir.
Konumuz olan ayette "batılar"dan söz edilmeyerek sadece "doğular" sözcüğünün kullanılmasını şöyle değerlendirmek de mümkündür: "Meşarik [Doğular] sözcüğü aynı zamanda "ışığın parladığı yerler" anlamına da gelir. Bu anlam bize Kur’an’ı çağrıştırmaktadır. Bu durumda "Rabbü’l-Meşrikayn" ifadesinden "Kur’an ayetlerinin saçtığı ışıkla tüm zihinlerin aydınlanmasının da Allah tarafından planlanıp uygulandığı" anlaşılır.