Tûr

1,2,3,4,5,6,7,8) Verdiğim elçilik rütbeleri, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah'ın indirdiği tüm kitaplar, Allah'ın ma'mur evi; Ka'be'yi, Fil ashâbı'na yıktırmayışı, Âd ve Semûd toplumlarının değişime/yıkıma uğratılışları, Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması, Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur.[#312]
Sure, beş şeye kasem edilerek Allah’ın azabının kesinlikle gerçekleşeceği ve hiç kimsenin, hiçbir şeyin buna engel olamayacağı hükmünün bildirilmesiyle başlamaktadır. Ayetlerin açık ifadesi, Allah’ın azabının daha evvel yaşandığı, kimsenin buna engel olamadığı, gerektiğinde Allah’ın azabının yine vuku bulacağı ve kimsenin buna engel olamayacağı mesajını vermektedir.

Kasem pasajını iyi anlayabilmek için kasem edilen [referans verilen] olayların iyi anlaşılması gerekmektedir. Ne var ki, daha evvel Tebyinü’l-Kur’an’ın muhtelif yerlerinde de değindiğimiz gibi, değerli seleflerimiz Kur’an’daki kasem cümlelerinin birçoğuna gerekli özeni gösterememiş, bu nedenle de söz konusu kasem cümleleri ve bu cümlelerin oluşturduğu pasajlar doğru dürüst tahlil edilememiştir.

Konuyu doğru anlamamız için önce konuya ait klasik kabullerden birini naklediyoruz:

"Andolsun Tur’a" buyruğunda sözü edilen "Tur", Yüce Allah'ın Musa (as) ile üzerinde konuştuğu dağın adıdır.

"Yayılmış sahife[ler] içinde yazılmış Kitab’a..." Bununla müminlerin mushaflardan, meleklerin de Levh-i Mahfuz'dan okuduğu Kur'ân-ı Kerim kastedilmektedir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde "Şüphesiz o, oldukça şerefli bir Kur'ân'dır. Korunan bir kitaptadır (Vakıa/77, 78)" buyurmaktadır.

Bir başka açıklamaya göre, bu ifadeden maksat diğer peygamberlere indirilmiş kitaplardır. Bu kitapların her birisi, o kitabı okuyanlarca okumak maksadıyla yayıp açtıkları inceltilmiş bir deri üzerinde bulunuyordu.

"Beyt-i Ma'mur'a" buyruğu hakkında Ali, İbn Abbas ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu, Kâbe hizasında semadaki bir evdir. Her gün oraya yetmiş bin melek girer, sonra oradan çıkarlar ve tekrar bir daha oraya dönmezler.

Ali (r.a) dedi ki: O, altıncı semada bir evdir. Dördüncü semada olduğu da söylenmiştir. Enes b. Malik, Malik b. Sa'saa'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûluüah (sav) buyurdu ki: "Ben dördüncü semaya götürüldüm. Önümüze Beyt-i Ma'mur yükseltildi. Onun Kâbe’nin tam hizasında olduğunu gördüm. Eğer aşağı düşecek olursa, Kâbe’nin üzerine düşer. Her gün oraya yetmiş bin melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha oraya dönmezler.' Bunu el-Maverdi zikretmiştir

El-Kuşeyrî'nin İbn Abbas'tan naklettiğine göre, Beyt-i Ma'mur dünya semasındadır.

Ebu Bekr el-Enbarî dedi ki: İbnu'l-Kevva, Ali (r.a)'a "Beyt-i Ma’mur nedir?" diye sormuş, o da şöyle cevap vermiştir: "O, Arş’ın altında ed-Durah diye anılan yedi semanın da üstünde bir evdir."

Es-Sıhah'da da böyledir: "Ed-Durah", semada bir ev olup İbn Abbas'tan rivayete göre o Beyt-i Ma'mur'dur. Oranın mamur olması ise oraya çokça meleklerin girip çıkmasından dolayıdır.

El-Mehdevî de İbn Abbas'tan söyle demektedir: Beyt-i Mamur Arş’ın hiza-sındadir.

Müslim'in Sahih'inde yer alan Malik b. Sa'saa'nın Peygamber (sav)'dan İsra hadisinde yaptığı rivayet de şöyledir; "Sonra bana Beyt-i Mamur yükseltildi. ‘Ey Cebrail, bu nedir?’ diye sordum. Dedi ki: ‘Bu, Beyt-i Ma'mur'dur. Buraya her gün yetmiş bin melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha oraya geri dönmezler. Bu onların üzerindeki son sorumluluktur." Böyle diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir.

Sabit'in Enes b. Malik'ten rivayetine göre de Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Bana burak getirildi..." Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: "Sonra yedinci semaya yükseltildik. Cebrail (a.s) kapının açılmasını istedi. ‘O kim?’ diye soruldu, ‘Cebrail’ dedi. ‘Seninle beraber kim var?’ diye soruldu, O ‘Muhammed (sav)’ diye cevap verdi. ‘Ona peygamberlik verildi mi?’ diye soruldu, o ‘Evet, ona peygamberlik verildi’ dedi. Kapı bize açıldı. İbrahim (a.s)’ı sırtını Beyt-i Ma’mur'a yaslamış olarak gördüm. Bir de baktım ki oraya her gün yetmiş bin melek giriyor ve tekrar oraya geri dönmüyorlar

Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Göklerde ve yerlerde Yüce Allah'ın on beş evi vardır, Bunların yedisi semada, yedisi yerlerde ve biri de Ka'be'dir. Bütün bu evler Ka'be'nin karşısındadırlar.

El-Hasen: ‘Beyt-i Ma’mur, Ka'be'nin kendisidir’ demiştir. El-Beytu'l-Haram, insanlar tarafından imar edilen beyttir. Yüce Allah burayı her yıl altıyüzbin kişi ile imar eder. Eğer insanlar bu kadar sayıyı tamamlayamayacak olursa, Allah bu sayıyı meleklerle tamamlar. Yüce Allah'ın yeryüzünde kullar için koyduğu ilk ev odur.

Er-Rabi b. Enes dedi ki: Beyt-i Mamur yeryüzünde Âdem (a.s) döneminde Kâbe’nin bulunduğu yerde idi. Nuh (a.s)'ın dönemi gelince, Yüce Allah onlara haccetmelerini emrettiği halde onlar bunu kabul etmediler, ona karşı geldiler. Su yükselince Beyt-i Mamur kaldırıldı ve dünya semasında onun hizasına yerleştirildi. Her gün orayı yetmişbin melek imar eder. Sura üfürüleceği vakte kadar da bir daha oraya geri dönmezler. (Er-Rabi b. Enes devam ederek) dedi ki: Aziz ve celil olan Allah, İbrahim'e, Beyt’in yerini Beyt-i Ma’mur'un bulunduğu yerde gösterdi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani Biz İbrahim'e Beyt’in yerini tayin etmiş ve şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Tavaf edenler, orada ikamet edenler, rüku' ve sucud edenler için beytimi temizle! (Hac/26)"

"Yükseltilmiş tavana" buyruğu ile semayı kastetmektedir. Yüce Allah ona "tavan" adını vermektedir. Çünkü yere nisbetle sema, eve nisbetle tavan gibidir. Bunu da Yüce Allah'ın "Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık (Enbiya/32)" buyruğu açıklamaktadır. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]

"Ma'mûr olan ev [Kâbe]": Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde mevcut İsrâ hadîsine göre Allah Rasûlü (s.a.), yedinci semâyı geçtikten sonraki kısmı şöyle anlatıyor: (Cebrail) beni Beyt-i Ma'mûr'a yükseltti. Bir de baktım ki, her gün yetmiş bin melek oraya giriyor ve kıyamete kadar bir daha dönmüyor. Yani bu yetmiş bin melek orada ibâdet edip onu tavaf ediyorlar. Aynen yeryüzü halkının Kâ'be'yi tavaf ettiği gibi. Beyt-i Ma'mûr da yedinci gök ehlinin Kâbe'sidir. Bu sebeple Hz. Peygamber, Hz. İbrahim Halîl (a.s.)’ı Beyt-i Ma'mûr'a sırtını dayamış olarak bulmuştur. Zira Hz. İbrâhîm yeryüzündeki Kâbe'nin bânîsidir. Elbette mükâfat amel cinsinden olacaktır. Beyt-i Ma'mûr Kâ'be’nin hizâsındadır. Her semâda o semâ ehlinin, içinde ibâdet edeceği ve kendisine doğru namaz kılacakları bir Beyt [Kâ'be] vardır. Dünya semâsındakine Beyt el-îzzet denilir. En doğrusunu Allah bilir." [İbn Kesir]

Pasajda kasem edilen, yani şahit gösterilen, referans verilen olgular Allah’ın azabının kesinlikle olacağına kanıt gösterildiğine göre, yukarıdaki alıntılarda nakledilenlerin çoğunu kabul etmek mümkün olmaz. Çünkü kasem edilen olgular, bu alıntılardaki nakillerde vehme, hayale dayalı olarak anlatılmıştır. Hâlbuki verilen referanslar, gösterilen tanıklar ve kanıtlar gerçek-somut, yaşanmış ve yaşanabilir olmalıdır.

Surenin başında kasem edilerek Allah’ın azabına kimsenin engel olamayağına verilen referanslar:



1- TAVR (TUR) olarak okunması yanlıştır. Bunun ile ilgili Meryem/52’de şu açıklamayı yapmıştık:

Ayette geçen "ط و ر tvr" ifadesi, klasik kabulde "طُور tûr" diye okunarak "dağ" diye anlamlandırılmıştır. Bundan da Filistin’deki Tur Dağı kastedilmiştir. Ayetteki "ايمن Eymen" sözcüğü de "جانب canib" sözcüğünden bedel olarak değerlendirilerek "Ona Tur Dağının sağ tarafından seslendik" anlamı elde edilmiştir. Ve Musa ile ilgili ayetlerdeki tüm "tvr"ler Tur Dağı olarak anlaşılmış ve Musa ile Tur Dağı birbirinden ayrılmaz olmuştur. Yani Musa’ya yapılan ilk vahy ve sonraki vahylerin çoğu hep Tur Dağı’nda oldu diye kabul edilmiştir.

Halbuki "طور tvr", "hal, aşama" anlamına gelen "طَوْرُ tavr" şeklinde de okunabilir ve "ايمن eymen" sözcüğü de "طَور tavr"ın sıfatı olur. Sıfat tamlaması olarak "الطور الأيمن et-tavri'l-eymen", "en kutlu aşama" anlamına gelir. Bu hal, bu aşama, elçilik makamının, elçilik rütbesinin güzel bir nitelemesidir.

Kur’an’da yalın olarak geçen "طور t v r"nın hepsi "طَوْر Tavr" olarak okunmalıdır. Sadece Mü’minun/20 ve Tin/2’de geçen طور "T v R Tur" diye okunmalıdır. Mü’minun/ 20’de "وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ turi seynae… ", ve Tin/2’dek "وَطُورِ سينينَ turi siniyne" İfadeleri Dağ anlamında olup "GÜNEY DOĞU TOROS DAĞLARINI ifade etmektedir. Ayrıntılı bilgi Tin suresinde verilmiştir.



2- YAYILMIŞ İNCE DERİ [PARŞÖMEN] ÜZERİNE SATIRLAŞTIRILMIŞ KİTAP: Yazının icadı kâğıdın icadından evveldir. Tabletlerden, papirüslerden sonra yazı malzemesi olarak parşömen geliştirilmiştir. Uzun zaman korunabilmesi, elde bulundurulması nedeniyle yazılıp korunmak istenen kitaplar başka malzeme yerine ceylan derisi üzerine yazılırdı. Kutsal kitaplar da böyle yazıldı ve böyle korundu. Geçmişe ait korunmuş sahifeler, "rakk-ı menşur" denilen ceylan derilerinde yazılıdır.

Kasemin bu kitaplara yapılmış olması, onların içerisinde azmış olanların akıbetlerine dair bilgilerin varlığından dolayıdır. O kitapları okuyanlar, Rabbimizin azgınları cezalandırdığı ve kimsenin buna engel olamadığı bilgisine sahip olurlar.



3- البيت المعمور MA’MUR EV: " المعمورel-Ma’mur" sözcüğü "imar edilmiş, ömürlendirilmiş" anlamındadır. Yukarıda alıntıladığımız nakillerdeki gibi göklerde olan bir ev değildir; Mekke’deki Beytullah’tır yani Kâbe’dir. Burada referans verilen olay ise Allah’ın Kâbe’yi yıkmak isteyen düşmanları perişan ettiği "Fil Vakası"dır.

* Rabbin, filli orduya nasıl etti görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? Ve onların üzerlerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek bulutlar; boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi. [Fil/1-5]



4- YÜKSELTİLMİŞ TAVAN: Ayetteki bu ifade ile Ad ve Semud kavimlerinin helak edilişlerine dikkat çekilmiştir.

* Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi. [Nahl/26]



5- DOLDURULMUŞ/TUTUŞTURULMUŞ DENİZ: Ayetteki "مسجور Mescur" kelimesi, " سجرscr" kökünden türetilmiştir. "Scr", "doldurmak, akmak, suyu gitmek, sel suyuyla dolmak, fırını tutuşturmak" anlamlarındadır. [Lisanü’l- Arab, c. 4, s. 498,499, "scr" mad.]

Sözcüğün bu anlamları dikkate alındığında, "doldurulmuş deniz" ifadesiyle şu azapların anlaşılması mümkün olmaktadır: Nuh kavmin suya gark edilmesi, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe’ halkının sel felaketiyle cezalandırılması, Semud ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması.

* Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, "Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım" dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. [Yunus/90-92]

* Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk. [Bakara/50]

* Andolsun ki Sebe toplumu için yurt tuttukları yerde bir alâmet/gösterge vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! –"Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için nimetlerin karşılığını ödeyin! Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rabb!"– Fakat onlar yüz çevirdiler; nimetlerin karşılığını ödemediler. Biz de üzerlerine barajların selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da "sidir ağacı" bulunan iki bahçeye çevirdik. Bu, onların küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmaları nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız. [Sebe/15-17]


Ve Nuh/25, A’raf/61-64, Mülk/30, Şems/11-14.
9,10) O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.
11,12) Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay haline!
Bu ayetlerde artık dünyanın işlevini tamamladığı, kıyametle beraber yeni bir oluşumun başladığı mesajı verilmekte ve ahireti inkâr edenleri bekleyen perişanlığa dikkat çekilerek inkârcılar uyarılmaktadırlar.

* O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. [İbrahim/48-51]

* Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır: [Neml/88]

* Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: "Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz." [Kehf/47,48]

Ve Mümin/85, Ta Ha/105-107, Vakıa/5, Hakkah/14, Meariç/9, Müzzemmil/14, Mürselat/10, Nebe’/20, Tekvir/3, Kariah/5.

Konumuz olan ayetteki "Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay haline!" cümlesi, yalanlayıcıların boş işlerle, işe yaramayacak şeylerle uğraştıkları için kınanıp tehdit edildiklerini ifade etmektedir. Bu halleriyle onlar, mezbahaya kesime giderken karınlarını şişirmeye çalışan hayvanlara benzemektedirler.
13,14,15,16) O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. -İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!-
Oyunla oynaşla ömür tüketen inkârcılar o gün cehennem ateşine itildikçe itilirler. Onlara "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir?" denir. Böylece alay edip durdukları, çeşitli saçma bahaneler ileri sürek yalanladıkları ahiretin gerçekliğine bizzat tanık olurlar. İçine itildikleri ateş sadece yaptıklarının karşılığı olarak aldıkları bir karşılıktır.

Yalanlayıcıların cehennem kenarında "Peki, bu da mı bir sihir?" istihzasına maruz kalmaları, kendilerine Kur’an tebliğ edildiği, cehennem ile uyarıldıkları zaman elçi hakkında "Bu sırf kelime oyunudur, sözle büyülemedir, bunlarla bizi ahmak yerine koyuyor" dediklerine karşılıktır. Bir bakıma bu tavırları hatırlatılıp "Şimdi söyleyin! Önünüzdeki şu cehennem bir sihir midir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!" denilmektedir.

Bu sahneler, ileri derecede uyarı amacıyla verilmektedir. Nitekim bu sahneden sonra gelecek sahnelerde mücrimler her şeyi itiraf etmektedirler:

* Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan kişilere: "Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?" dediler. O büyüklük taslayanlar: "Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek bizim için birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur" dediler [İbrahim/21]

* Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: "Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?" denir. Onlar: "Bizden kaybolup gittiler; aslında biz zaten önceleri hiçbir şeye yakarmıyorduk" derler. İşte Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri böyle saptırır: "İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!" –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!– [Mü'min/69-76]

* Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, "Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın" denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız. [Secde/20,21]


Ve Sebe’/42, Al-i Imran/106, Al-i Imran/181, En’am/30, Enfal/35, 50, Araf/39, Hacc/22, Ankebut/55, Secde/14.
17,18,19,20) Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. -"Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için; keyfinize bakın!"-
21) Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz, onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
22) Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
23) Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve zaman kaybına uğrama/hayırda ağırda alma/zarar verme/kusur oluşturma olmayan bir kadehi kapışırlar.
24) Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
25,26,27,28) Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: "Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir."
Boş işlerle uğraşarak ömür tüketen yalanlayıcıların ahiretteki hallerinin anlatıldığı bir önceki pasajdan sonra, karşıtlık metoduna uygun olarak bu ayet grubunda da muttakilerin ahiretteki konumları tasvir edilmektedir. Muttakiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak cennetlerde zevkusefa süreceklerdir. Rabbleri onları cehennem azabından korumuş, ayrıca iri gözlülerle [ideallerindeki eşlerle] eşleştirilmişlerdir. "Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için; keyfinize bakın!" denilmek suretiyle orada ağırlanmaktadırlar.

Muttakilerin konumu Kur’an’da sık sık ve detaylı olarak verilmiştir:

31-37Kesinlikle Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O'nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.– [Nebe’/31- 37]

12İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.

13,14Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26Sadece söz olarak: "Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!"

27-34Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.

35Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38Ki onları, sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık. [Vakıa/12- 38]

71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz." [Zuhruf/71-73]

Ve Ahkaf/14, Secde/17, Ya Sin/57, Hakka/19- 24, Ra’d/23.

23. ayette "
Orada kendisinde lağv [boş söz, saçmalama] ve zaman kaybına uğrama/hayırda ağırda alma/zarar verme/kusur oluşturma olmayan bir kadehi kapışırlar" ifadesiylecennet içkisi tanıtılmıştır. Cennet içkisi; içilince sarhoş etmez, lüzumsuz gevezelikler yaptırmaz, sövüp saydırmaz, kavga gürültü yaptırmaz. Bu durum Saffat suresinde ayrıntılı olarak bildirilmişti:

41-49İşte Allah'ın arıtılmış kulları, kendileri için belli bir rızık/meyveler olanlardır. Bol nimet cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar. [Saffat/41-49]
29) Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve gizli güçlerce desteklenen/deli birisi değilsin.
30) Yahut onlar: "Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz" mu diyorlar?
31) Sen de ki: "Bekleyin, işte ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
32) Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
33,34) Yahut vahyedilenleri, "Kendi uydurup söyledi" mi diyorlar? Aslında onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler.
Bu ayet grubunda Rabbimiz elçisine görevini sürdürmesini emrederken aynı zamanda inkârcıların içinde bulunduğu zihinsel durumu da ortaya koymaktadır. 29. ayetten anlaşıldığına göre müşrikler Resulullah’a artık "kâhin" ve "mecnun" diyemez olmuşlardır. Pasajın devamına göre artık sadece "O, şairdir, Kur’an’ı kendisi oluşturuyor, yakında o da ölür gider, işi biter. Biz de ondan kurtuluruz" diyerek kendilerini avutmaya yönelmişlerdir. Onların bu temelsiz avuntuları da diğer iddiaları gibi reddedilip ikiyüzlülükleri yüzlerine vurulmakta ve "Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler" denilerek kendilerine meydan okunmaktadır. Bu meydan okumayla Allah Resulü ve o’na inanan müminler desteklenip tatmin edilmektedir.

"Esbab-ı Nüzul" kayıtlarına göre [İbn Kesir], yukarıdaki sözleri söyledikleri belirtilen inkârcılar Abdu'd-Dar oğullarıdır. Onlar bu sözleriyle Resulullah’ın şair olduğunu ileri sürerek "Bundan önce şairler, Züheyr, Nabiğa nasıl ölüp gittiyse, o da pek yakında ölecektir. Üstelik babası da genç yaşta ölmüştü. Belki o da babası gibi genç yaşta ölür" diye kendilerini teselli etmekteydiler.

45Biz, onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen, onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. [Kâf/45]

70Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş/oyun ve eğlenceyi kendilerine din edinmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak ve Kur’ân ile hatırlat/öğüt ver: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığıyla değişim ve yıkıma düşerse, onun için Allah'ın astlarından bir yardım eden, yol, gösteren koruyan bir yakın kimse ve destekçi, kayırıcı söz konusu olmaz. Suçuna karşı her türlü bedeli ödemeyi istese de ondan alınmaz. İşte bunlar, kazandıkları ile değişime/yıkıma uğrayan kimselerdir. İyilikbilmezlik ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır. [En’am/70]

44O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız. 45Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır.

46Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır borç altında mı eziliyorlar? 47Yoksa görmedikleri, bilmedikleri şeyler, gelecekte olacak olaylar yanlarında da onu onlar mı yazıyorlar?

48Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. [Kalem/44- 48]

31. ayetteki "Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim" ifadesi, sözü edilen inkârcıların helaklerinin yakın olduğunu, Resulullah’a da helaklerinin yakın olduğunun işaret edildiğini göstermektedir. Nitekim özellikle bu azgın kişiler kısa zaman sonra Bedir’de helak olmuşlardır.

Daha önce de detaylı olarak açıkladığımız gibi, Kur’an-ı Kerim gerek yapısal olarak, gerek edebi açıdan, gerekse içerik olarak ortaya koyduğu sosyal ilkeler, geleceğe ve modern bilime dair verdiği bilgiler açısından tartışılmaz bir mucizedir. Kur'an, indiği dönemde mucize olduğu gibi bugün de mucizedir. Bu nedenle onun mucizeliğine inanmayanlara Kur’an’ın değişik surelerinde meydan okunmuştur:

13Aslında onlar, "Onu kendisi uydurdu" diyorlar. De ki: "Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz, uydurma olarak da olsa, benzeri on sûre getirin, Allah'ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de çağırın."

14Yok, eğer bunun üzerine onlar, size cevap vermedilerse, artık bilin ki, Kur’ân ancak Allah'ın bilgisiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Artık siz Müslüman oluyor musunuz? [Hud/13, 14]

88De ki: "Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları, bu Kur’ân'ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini kesinlikle getiremezler." [İsra/88]

37Ve bu Kur’ân, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin sadece içinde konu edilenlerin doğrulanması ve Tevrât'ın ayrıntılı olarak açıklanmasıdır. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbindendir.

38Yahut "Onu kendisi uydurdu" diyorlar. De ki: "Öyleyse siz benzeri bir sûre meydana getirin, Allah'ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz." [Yunus/37, 38]

23Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sûre siz getirin, Allah'ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.

24Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun. [Bakara/23, 24]
35) Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi oluşturuldular? Yoksa kendileri mi oluşturuculardır?
36) Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi oluşturdular? Aslında, onlar kesin bilgi sahibi değildirler.
37) Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut kendileri egemenlik sürenler midirler?
38) Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin.
39) Ya da kızlar O'na, oğullar size mi?
40) Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar, borçtan dolayı ağır bir yük altına mı girdiler?
41) Yoksa görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyorlar?
42) Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna düşenlerdir.
43) Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır.
Bu ayetlerde Rabbimiz, oyunda oynaşta olan söz konusu yalanlayıcıların Kendisi hakkındaki düşüncelerine cevap vermektedir. Ayetlerin ifadesi gayet açık ve nettir. İfadeler inkari sorularla gelmiştir. Çok açık bir şekilde kâfirlerin inançları, tavırları ve dayandıkları esaslar çürütülmekte, akılsızca davrandıklarından dolayı kınanmaktadırlar.

35. ayetteki "
Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcılardır?" ifadesinin "Onlar, yaratıcısız mı yaratılmışlardır?" veya "Onlar, bir şey için değil, boş yere mi yaratılmışlardır?" yahut da "Onlar, babasız annesiz mi yaratılmışlardır?" anlamlarıyla değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira bu anlamları ifade eden birçok ayet (Murselât/20, Vakıa/59, Vakıa/64, 71-73, Mü'minûn/115, Kaf/15) vardır.

37. ayetteki "
Rabbinin hazineleri" ifadesi, genellikle yağmur ve rızık olarak kabul edilse de esas "elçilik"tir.

4Elçi göndermek, Allah'ın dilediği kişilere verdiği armağanıdır. Ve Allah, büyük armağan sahibidir. [Cuma/4]

9Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma için] seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır. [Cuma/9]

32Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. [Zuhruf/32]

41Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız. [Zuhruf/41]

Ayette denilmek istenen şudur: Elçiyi onlar mı atayacaklardı, ya da Allah elçi atarken onlara mı soracaktı?

38. ayetteki "Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin" ifadesi ile inkârcıların kâhinlerince ileri sürülen "gökten haber alma" saçmalığı reddedilmektedir. Böylece Muhammed’in elçi olmadığı, Kur’an’ı Allah’ın indirmediği ve haşrin de gerçekleşmeyeceği iddiasındaki inkârcılara seslenilerek bu konulara dair bilgiyi nereden aldıkları sorgulanmaktadır. Bu sorgulamanın amacı aslında bu yalancıların hiçbir şey bilmedikleri, tamamen kendi avuntularını dile getirdikleri gerçeğini ortaya koymaktır.

42. ayette ise inkârcılar ne kadar tuzak kurarlarsa kursunlar, ne kadar plan yaparlarsa yapsınlar, hiçbirinin işe yaramayacağı açıklanmaktadır. 42. ayetin metninde "müşakele" sanatı icra edilmiştir. Kısaca onlara "
Yoksa bir sinsi plan mı yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri sinsi plana düşenlerdir" denilerek o tuzağa en yakın zamanda kendilerinin düşmüş olacakları bildirilmektedir.

42,43Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan/onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da bulamazsın. [Fatır/42, 43]

30Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. [Enfal/30]

40Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun ücreti Allah'a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez. [Şûra/40]

Ve Bakara/194, Al-i Imran/54, Tarık/15, 16.

44) Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, "Üst üste yığılmış bulutlardır" derler.
Bu ayette müşriklerin ne kadar densiz oldukları vurgulanmaktadır. Şöyle ki; kendilerine ne kadar mucize gelirse gelsin, yine de inkârlarını sürdürmeye devam etmektedirler. Hatta gökten mucize olarak bir parçanın düşmekte olduğunu görseler, pişkinlik göstererek bunun yine de mucizevî bir olay olmadığını iddia etmeye kalkarlar.

Müşrik inkârcıların bu pişkinliklerini daha evvel şu ayetlerde de görmüştük:

9Peki onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olan şeylere bir bakmazlar mı? Biz dilesek kendilerini yere geçiririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda yönelen/hakka gönül veren her kul için bir alâmet/gösterge vardır. [Sebe/9]

25Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. [En’am/25]

146Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım." –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.– [A’raf/146]

Ve Ahkaf/24, 25, Şuara/187, İsra/90 – 93, Hicr/14, 15, Secde/20, 21, En'am/111.

45) Artık onları, dehşete kapılıp baygın düşecekleri günlerine kavuşuncaya kadar bırak.
46) O gün sinsi plânları, kendilerine hiçbir şekilde yarar sağlamaz ve onlar yardım olunmazlar.
47) Evet, şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselere, bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyor.
Bu ayetlerde Resulullah teselli edilmiş ve kendisinden inkârcı müşrikleri "baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar" kendi hallerine bırakması istenmiştir.

44O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız. 45Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır. [Kalem/44, 45]

29Bizim öğüdümüzden/Kur’ân'dan geri duran ve iğreti dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden hemen mesafelen. 30Onların bilgiden ulaşacakları şey işte budur. Kuşkusuz senin Rabbin, yolundan sapmış olanı başkalarından daha iyi bilendir, kılavuzlandığı doğru yolda olanı da başkalarından daha iyi bilendir. [Necm/29]

68Ve âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan uzak dur. Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de, hatırladıktan sonra o şirk koşarak yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğu ile beraber oturma. [En’am/68]

106,107Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin! [En’am/106, 107]

Rabbimizin Resulullah’tan iflah olmaz inkârcılara karşı mesafeli durmasını istediği başka ayetler de [Nisa/63, 81, A’raf/199, Hıcr/94, Secde/30] vardır.

47. ayette geçen "
zalimlik eden kimselere" ifadesindeki zulüm ile "şirk" yani putlara ve diğer sahte ilahlara yakarma günahı kast edilmiştir.

90-93Ve "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız" dediler. Sen de ki: "Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!" [İsra/90- 93]

119Allah dedi ki: "Bu, doğru kimselere doğruluklarının yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde sonsuz kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler vardır." Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, en büyük kurtuluştur. [Maide/119]

Ve Ya Sin/20- 25, Yunus/18, Zümer/3.

47. ayette konu edilen "
bundan aşağı bir azap", dünyada insanlara tek tek veya tüm halka topluca gelen felaket ve musibetlerdir. Bu felaket ve musibetler insanları akıllarını başlarına almaya yöneltmek amacıyla gönderilir.

41İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. [Rum/41]

20,21Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, "Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın" denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız. [Secde/20,21]

48,49) Ve sen Rabbinin hükmü için sabret. Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında/Necmlerin bitişinde Rabbinin övgüsü ile birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındır. Hadi O'nu tüm noksan sıfatlardan arındır!
Bu ayetlerde de yine Resulullah’a hitap edilerek kendisine müşriklerin sinsi planları karşısında güvencede olduğu ve bundan sonra nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda açık talimatlar verilmiştir. Bu talimata göre Elçi tesbih etmeye; yani Allah’ı doğru tanıtmaya, ilahiyat öğretmenliği yapma görevine devam etmelidir.

Ayetteki "kalktığın zaman" ifadesi "görev yaptığın, işe dikildiğin zaman" demektir.

"
Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin" ifadesi ise "Biz senin neler yaptığını görüyor, neler söylediğini işitiyoruz. Sen, görüp gözeteceğimiz, koruyup kollayacağımız, seni himaye edeceğimiz bir konumdasın; seni kendi haline bırakmış değiliz, seni koruyoruz" demektir. Nitekim Rabbimiz Musa (as) ve Nuh (as) için de aynı destekleyici ifadeleri sarf etmişti:

39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ! [Ta Ha/39, 40]

36,37Ve Nûh'a vahyolundu: "Kesinlikle toplumundan iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar, suda kesin boğulacaklardır." [Hûd/36,37]

27-29Bunun üzerine Biz o'na: "Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler hâlinde iki tane ve bir de onlardan, daha önce kendisi aleyhinde Söz geçmiş olanların dışındaki aileni, yakınlarını, inananlarını gemiye sok. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olanlar konusunda Bana başvurma. Şüphesiz onlar boğulmuşlardır; kesin olarak suda boğulup öleceklerdir. Sonra sen ve beraberindeki kişiler gemiye yerleştiğinde de: ‘Tüm övgüler, bizi şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğundan kurtaran Allah içindir; başkasını övmeyin’ de! Ve: ‘Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana bolca ikramda bulun. Sen, indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin’ de" diye vahyettik. [Müminun/27-29]

13,14Nûh'u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/küçük gemi üzerinde taşıdık. [Kamer/14]

Ayetteki "İdbarennücüm (yıldızların batışı)" ifadesi, "yıldızlar kaybolunca" yâni "sabah olunca" demek olduğu gibi "Necmlerin sona erişinde" de demektir. Ki Resülüllah’a sana vahyedilen her necmin sonunda tesbih et yani topluma Allah’ı iyi tanıt; O’nun noksanlıklardan arınık, kemal sıfatlarıyla donanık olduğunu öğret demektir. Bu durumda bu âyet, Kaf/39, 40. âyetlerin eşdeğer ifadesi olur.

Daha evvel "Tesbih" kavramının Allah’ı doğru tanıyıp doğru tanıtma; yani Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu bilmek ve bildirmek demek olduğunu defalarca açıklamıştık. Rabbimiz bu emrinin sürekli olarak yerine getirilmesi gereken bir emir olduğunu hem konumuz olan 48, 49. ayetlerde hem de muhtelif ayetlerde bildirmektedir:

39,40O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce ve geceden bir bölümde; her fırsatta Rabbinin övgüsü ile birlikte arındır. Ve boyun eğip teslim oluşların/ikna oluşların arkalarında; inkârcıya iman ettirdikten sonra da O'nu arındır. [Kaf/39]

49,50Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver! [Hicr/49]

Ve Rum/17, Kaf/40, Ta Ha/130.

Yukarıdaki ayetlerin ekseni "Allah’ı tesbih etme" konusudur. Resulullah’tan defalarca istenen görev, "Allah’ı tesbih etme" yani Allah hakkında insanlara doğru, açık, anlaşılır, sıhhatli bilgiler vermektir. Bunu kısaca ilahiyat eğitimi olarak tanımlayabiliriz. Çünkü İslam dini, merkezinde "Allah" hakkında sahih ve anlaşılır bilgilerin bulunduğu bir inanç ve amel sistemidir. Sistemin can alıcı noktası, kulların Allah ile sahih ve sağlam bilgiler ışığında bir gönül bağı kurmasıdır. Bu bağ, insanın nihaî kurtuluşu için temel gereklilik olan "iman"dır. Kulların tüm diğer davranışları ancak temeli doğru atılmış bu gönül bağı sayesinde ahlakî bir doğrultu kazanabilir.

Dikkat edilirse, "tesbih etme" eyleminin vakitleri olarak ayetlerde "sabah", "akşam", "gece" ve "gündüzün iki ucu" gibi kavramlar kullanılmıştır. Arabistan’ın o günkü halkı için en uygun vakitler sabah, akşam ve gecedir. Bu kural coğrafyadan coğrafyaya, sosyal şartlardan sosyal şartlara değişebilir. İlahiyat eğitim ve öğretimi topluma en uygun zamanlarda verilmeli ve kesinlikle ihmal edilmemelidir.